Her Detayını Bilmeden Bir Şeyleri Sevmek
Bugünkü blog yazısı biraz kişisel olacak -ve uzun-. Hem artık bu "korku"dan sıyrılmak hem de benim gibi düşünen insanlar varsa onları da casaretlendirmek için yazıyorum bu yazıyı.
Her insanın özel bir ilgi alanı; merak ettiği ve bakmaktan, sevmekten zevk aldığı bir şeyler mutlaka vardır. Kimisi için bu resim çizmektir, kimisi için mitolojilerdir, kimisi için arabalardır. Çoğu zaman bu tutkularımız hakkında "her şeyi" bilmediğimiz için insanlara bu ilgimizi açmaktan ve hakkında konuşmaktan çekiniriz. En azından ben öyleydim.
Bunun artık değişmesi gerektiğine karar verdim ve değiştiriyorum da. Kısa bir yolculuk olmadı; öyle bir gecede karar vermedim (verilebilir aslında ama benim gel-gitli karakterim yüzünden bu süreç sancılı oluyor). Dedim ki kendime; bu tutkularını saklayarak yalnızca kendine zarar vereceksin, insanlar ne der ne düşünür diye sevdiğin şeyleri kucaklayamayacaksın; hatta hakkında iki çift laf edemeyeceksin. Bu böyle gitmez, gitmemeli de.
Burada her tutkumu, her ilgi alanımı sayıp dökmeyeceğim; hem uzun sürer hem de bunu ileride çeşitli blog yazıları yazarak göstermeyi zaten planlıyorum. Fakat en büyük tutkumu açıklayabilirim: Arabalar. Küçük yaştan beri beni yarışa ve arabalara çeken bir şeyler vardı. Barbie bebekler (Barbie bebekleri hala seviyorum, feminen yanına savaş açmış bir insan değilim) yanında oyuncak araba da isterdim, ikisinden birini seçmek zorundaysam arabayı seçerdim. Hatta ilk doğum günü (bir veya iki yaşındaydım) hediyelerimden biri halamın bana aldığı yeşil Porsche oyuncak arabaydı. Tüm dünyayı birbirine bağlayan internetle tanışma yaşıma kadar arabalarla alakam oyuncaklar ve sokaktakilerle sınırlıydı.
Yıllardan 2005, kış ayları. Babam bilgisayarda oyun oynuyor, izlemek için yanına gidiyorum. Tüplü monitörde birileri anlamadığım bir dilde bir şeyler söylüyorlar (İngilizce 💀), etrafta fiyakalı arabalar var, hava sepyamsı ve bulutlu. Bu atmosfer beş yaşındaki bu minik veledin ilgisini çekti ve büyülenmiş gibi izlemeye başladı. Evet, Need For Speed serisiyle tanışmam bu vesileyle olmuştu. İlk kez sokak yarışı konseptiyle tanışmam, ilk kez alternatif rock ve metal müzik tarzını duymam, "modifiye" kelimesini öğrenmem hep MW'05 ile gerçekleşmişti. Birkaç temel diyeceğimiz "core" anı haricinde bu periyodu pek fazla hatırlamıyorum (beş yaşındaydım kardeşm napalım).
Fakat ilerleyen yıllarda bir-iki sene NFSMW babamın bilgisayarında yüklü durdu. Sebeplerden biri babamın pek yarış oyunu sevmemesi, başka oyunlara dadanması (2006-2007 Tomb Raider'ın yeniden şahlandığı dönemlerden biriydi bilirsiniz) ile beraber NFSMW sessiz sessiz köşede durur ve ben her Oyunlar1Oyun veya Kraloyun'a girmek için Explorer'ı açmadan önce şöyle bir bakışırdık fakat babamın save'ini silmekten korktuğum için cesaret edip de oyuna giremezdim (bruh, İngilizce bilmeyince böyle oluyor). Sonra bir gün dayanamayıp babama nfs oynamak istediğimi söyledim ve o da bana yeni save nasıl açılır onu gösterdi ve böylece "yarış dünyası"na ilk adımımı atmış oldum.
Credit to Memo Ov on Artstation
Hatta babamın save'ine arada girer bakardım ve çok ilerde sanırdım. Big Lou'nun Mitsubishi Eclipse'ini pink slip kazanarak almıştı. O kaplanlı vinil bana çok havalı gelirdi. Halbuki daha sadece Blacklist 11'deymiş 💀. "Senin save'inde oynayayım mı?" dediğim zaman hayır elleme, derdi ama o save orada kaldı gitti asdfghjk.
Bir insanı sebepsiz yere seversiniz ya, en son hoşlandığınız kişiyi düşünün. Neden hoşlanıyorsunuz? Çünkü. Çünkü hoşlanıyorsunuz bu kadar basit. Bir açıklaması yok. İşte araba tutkusu da benim için böyle. Daha önce yarışa mı gittim? Hayır. (Gider mi Anadolu çocuğu...) Yarış arabası mı sürdüm? Hayır. Hayatımda kaç kez araba sürdüm? Bir kere. Ama seviyor muyum? Evet, hem de delicesine.
Benden araba tamircisi aha böyle olur.
Bana "arabanın şu parçasını göster" deyin, gösteremem. "Tamir et" deyin, edemem. Genel prensipleri dışında bana arabalarla alakalı bir şey sorun, bilemem. Ama bu sevmeme, içimdeki alevi beslemeye bir engel değil. İnsanı etkileyen faktörler vardır bunun en büyüğü de çevre. Hani hep deriz ya "coğrafya kaderdir". Aslında öğrenilmiş çaresizlikten nefret ederim fakat burada sadece olanı söylüyorum. Bir kız çocuğuydum, tamirhaneye veya sananiye gitmedim. Araba tamir etmemi gerektirecek bir durum olmadı. Elimin altında açıp da kurcalayacak bir araba yoktu, bu yüzden internetten okusam bile aklımda teknik bilgiler kalmıyordu. (Ulan Sokrates, hani her şeyi biliyorduk lan!11!111bir!!) Hep lisede -veya üniversitede- erkek arkadaşlarımın sohbetlerini dinler "lan nasıl bu kadar şey biliyorlar ameke" der içten içe kıskanırdım.
Ortaokul yıllarımda da bu takıntım devam etti. İsmim Yağmur olduğu için yabancı forumlarda kendimi hep "Rain" olarak tanıtırdım. Sonra yine ortaokul yıllarımda Hannibal Lecter ile tanışmamla beraber (askerlik arkadaşım sdfghjk) onun soyadını da benimsedim ve kendi alter egomu yarattım: Rain Lecter. Bu alter ego hayallerini yaşıyordu, bir sokak yarışçısıydı ve arabalar en büyük tutkusuydu. 2012-2014 yılları arasında (kesin tarih hatırlamıyorum) bilmem kaçıncı kez NFSMW'05'e tekrar başlarken alias kısmında uzun uzun durdum ve en sonunda "Skinny" yazmaya karar verdim (Static-X'in şarkısı Skinnyman'den esinlenerek). Böylece adımı da bulmuştum (did someone called maladaptive daydreaming). Hala kullanıyorum bu arada, pişman değilim XD.
Ergenliğimin tavan olduğu yıllarda -2015 ve 2017 arası- deli gibi, deli gibi araba modellerini ezberlerdim. Farından, arka kasasından modelini şak diye söylerdim, yılını, hangi motoru olduğunu falan bilirdim. Yine de her arabayı bilmek mümkün değil tabii. İngilizce mütercim tercüman olarak İngilizce biliyor muyum, evet biliyorum. Fakat her alana atlayıp da hepsini çevirmeye kalkmak aptalca ve zor olur. Bir şeyi ne kadar bölersen onu kavraman o kadar zorlaşır. Bu sebeple çevirmenler bir veya iki tane uzmanlık alanı seçerler. Tıp ve hukuk ya da edebiyat ve spor çevirmenliği gibi.
O sebeple ben de daha çok muscle, egzotik ve spor arabalarla ilgileniyor, daha çok onların özelliklerini biliyordum. Sonra bu tutku beni içten içe kemirmeye başladı.
O sebeple ben de daha çok muscle, egzotik ve spor arabalarla ilgileniyor, daha çok onların özelliklerini biliyordum. Sonra bu tutku beni içten içe kemirmeye başladı.
"Neden Amerika'da doğmadım? En azından yarış pilotu olmak için şansım olurdu." düşüncesi beni içten içe günden güne bitiriyordu. Neden şöyle, neden böyle değil de öyle, neden neden neden... Sonu gelmez bir girdap gibi içine çekiliyordum, buna ergenlik de eklenince sürekli bir umutsuzluk hali, sürekli bir depresyon ve sıkışmışlık hakim oluyordu ruhuma. Filmlerde geçmişinden kaçmaya çalışan başroller gibi okul çıkışında hep önümden illaki bir-iki Mustang GT, BMW E82 vs. geçerdi (İstanbul'da okudum, o yüzden lüks arabalardan kaçacak yer yoktu). Öfkelenir, hayallerimi gerçekleştiremediğim için tabiri caizse adeta kudururdum. Bir de lisede içine kapanık, pek öyle herkesle konuşmayan bir insandım. Yazımızın konusu olan "yeterince bilgisi olmadığını düşündüğü için tutkularına sahip çıkmayan" bir kız olduğum için de bunlar hakkında kimseyle konuşmayıp iyice boğuldum.
Sonra "lanet olsun kader" mottosuyla arabeske bağlayıp kaçamayacağımı bir türlü anlayamadığım bu tutkuya sırtımı çevirdim. Arabalara bakmamaya başladım, yeni çıkan modelleri öğrenmedim, okuduğum araba bloglarına girmez oldum, nfs müziklerini dinlemeyi bıraktım, oynamayı bıraktım, düşünmeyi bıraktım ve hepsi teker teker aklımdan silinmeye başladı. "Gallardo kaç saniyede 0'dan 100'e çıkıyordu?" -Ne bileyim. "Mustang GT 2015 kaç beygirdi?" -Bana ne. "Yeni NFS çıkacakmış." -Hı, iyi. "Bana bir Blacklist 15'i saysana." -Sayamam. "Tork nedir?" -Anan (ajhsbfjka tamam tamam).
Genel düşünceyi anlamışsınızdır; hayal kırıklığı ve dünyaya küsen bir genç.
Depresif ergen aramızdan sonra yazımıza devam edeceğiz!
Üniversiteye geçmemle beraber tekrar bu duyguyu kucaklamaya karar verdim. Umudumu yitirmeyecektim. "Ne olmuş Amerika'da zengin bir bebe olarak doğmadıysam? Bu hala sevmeme engel değil ki. Olsun, ben de kendi çapımda ne yapabilirsem onu yaparım." diye düşünmeye başladım. Fakat arka planda hala içimdeki şeytanlar "Yeterince şey bilmiyorsun, konuşamazsın!" diyordu.
Bu seferki yaklaşımım daha sivildi. Unuttuğum şeyleri yerine koymaya çalışmadım, modelleri ezberlemedim, tork nedir diye tekrar bakmadım. Daha serbest takılıyor ve nfs oynayarak içimdeki şeyi beslemeye çalışıyordum. Ortamda araba konusu açılırsa o tarafa dönüp dinleyerek katılıyordum, ama bir şey söylemiyordum. Korku korku korku. İnsanın en büyük düşmanı.
Böylece temeli çocuklukta atılmaya başlayan alter egomun dünyasını kurmaya başladım, hatta onun özelliklerini gerçek hayatta kendime de yansıtmaya çalışıyordum. Anksiyetemi yenmek istediğimde "Rain böyle korkmazdı" der kendimi gaza getirirdim. Savunma mekanizması mıdır yoksa olmak istediğim kişiyi benliğime çekerek gerçekleştirme çabası mıdır bilmiyorum ama her zaman "Rain Lecter" olmaya çalıştım. Yaşadığım hayatı ve dünyayı sevmiyordum, olmak istediğim kişi değildim.
Pek çok kez içimdeki ses bana deli ve hayal dünyasında yaşayan biri olduğumu söyledi ama vazgeçemedim. Bu parçamı bırakırsam ben, ben olmayacaktım ki. Hala da böyle düşünüyorum, "deli" kısmı hariç. Deli veya hayal dünyasında yaşayan biri olduğumu düşünmüyorum. Kendi elimde olmayan imkanlardan dolayı olamadığım kişi olmaya çalışmak, ve bir şekilde onu hayatıma sokmak delilik değil.
İşte o yüzden artık bu döngüden çıkmak ve daha önce yapmadığım bir şeyi yapmak için sevdiğim her şey hakkında konuşmaya, paylaşmaya karar verdim. İçimdeki dünyanın çürümesine izin vermeyeceğim, siz de vermeyin.
Kimse nerede ve nasıl doğacağını seçmedi, fakat bu etkilerin bizi sevdiğimiz şeylerden uzaklaştırmasına izin vermemeliyiz. Mısır mitolojisini mi seviyorsun? Anlat, konuş. Korkma. "Ama Seth'in Osiris'i kaç parçaya böldüğünü bilmiyorum!" Bilme! Ne olacak? Bugün sohbette "Bilmiyorum," der biraz sıkılırsın ama açıp bakıp öğrenirsin ve o eksiğini kapatmış olursun.
Tartışmaya girmekten, haksız çıkmaktan korkmayın. İçindeki hazineleri göstermeden ölmek mi istiyorsun? Ne zaman harekete geçeceksin? Ne zaman seni sen yapan parçalarını kucaklayacaksın? "Resim çizmeyi seviyorum ama X veya Y gibi çizemiyorum." Çizme! Şimdi hemen bir Deviantart hesabı aç ve çizimlerini dünyayla paylaş. "Yazı yazmak büyük tutkum ama büyük edebiyat eserlerini okumadım ve yargılanmaktan korkuyorum." Okuma! Onlar da insan değil mi? Herkesin bir düşüncesi var. İlla ki 100 milyon kişi okudu beğendi diye sen de beğenecek değilsin. Yazmaya devam et.
Her gün çiçek büyütür gibi yeteneklerini "sularsan" dünden daha iyi çizdiğini, dünden daha iyi mitoloji bildiğini, dünden daha iyi Rusça, Japonca veya her neyse konuştuğunu göreceksin.
Ama susarsan olmaz. Paylaşmazsan gelişmez. Bu yüzden ben de artık paylaşmaktan çekinmeyeceğim.
Cesaretli ol ve o adımı at artık.
Senin o kadar yakınında olsam da yine de iç dünyanda bilmediğim ne çok şey varmış öyle. :') Her cümlesiyle çok güzel bir yazıydı, benim en büyük kabusum lisedeki benim -ben de bununla alakalı bir yazı yazayım bari eheheh- ve şu an onun olduğu yerin çok altındaymışım gibi hissediyorum.
YanıtlaSilMaalesef "ben şunu çok iyi bilmiyorum" deyip hakimiyetimizin olmadığını düşünüp bir şeyleri yapmamaya başladığımızda her şey daha da kötüye gidiyor. Bu noktada da aklıma şu güzel cümle geliyor: "You can edit a bad book but not a blank page."
Harika bir cümle, adeta tüm düşüncelerimizin özeti gibi. Lütfen yaz, eyleme geçmeden hiçbir şey olmuyor. 2015'e dön ve "kelebek etkisi"ni hatırla ahaha. Keyifle okuyacağıma eminim, yazmanı dört gözle bekliyorum.
SilArabalara olan tutkumla ilgili bazen senin gibi hissederim.
YanıtlaSilBenim de arabalara olan sevdam Need For Speed serisi ile başlamıştı. Benim ilk NFS oyunum 8 yaşında zatürre hastalığına yakalandığımda ve hastanede geçirdiğim 2 haftayı çektiğim acıları unutmak amacıyla babamın laptop'una yükleyip oynadığım Need For Speed 2 idi. Sonra da Underground 2 ile tanışmıştım. Araba da araba diye diye 2016'dan beri yarış oyunu içeriği ürettiğim bir Youtube kanalım, Discord topluluğum ve 2. sınıfına geçtiğim Otomotiv Mühendisliği var :D
Ama biliyor musun bunu demeye bazen çekiniyorum. Çünkü ben yine de her şeyi bilemiyorum. Bu yüzden bilgisizliğim gün yüzüne çıkmasın diye ve hatta emin olduğum bilgileri bile paylaşmaya çekindiğimden araba muhabbetlerini en yakın arkadaşlarımın yanında konuşmanın dışında ağzımı açmam bile :D Çok garip... Youtube kanalı ise bana bunu istediğim şekilde ifade etme özgürlüğünü verdi.
Yani anlayacağın, ben de yeni çıkan Passat'ı takmıyorum, Nissan Türkiye pazarında hangi arabanın hangi donanım paketini getirir haberim yoktur. DSG şanzıman neden arıza yapar detaylıca bilmem ama otomobil dünyasını yine de severim. Cem Yılmaz'a yöneltilen "Neden mizah?" sorusu gibi.
Yazına bayıldım, arabacı kız!