Gece İzlemelik Oyun #2 | Outlast & Whistleblower DLC

İnsanlar garip canlılar. Kendilerini eğlendirmenin değişik yöntemlerini buluyorlar. Kimi kolezyumda aslanların gladyatörleri parçalamasını i...

29 Kasım 2023 Çarşamba

Bu Üçlü Çok Güçlü: Favori Hint Dizilerim

 "Ayy, Hint dizisi mii..." dediğini duyar gibiyim sevgili okur, ama dur hemen önyargılı olma. İğneyi başkasına çuvaldızı kendime (milletime) batırma prensibiyle Hint dizilerinin -özellikle şimdiki- saçma sapan Türk dizilerine bin bastığını söylemem lazım.

Madhu ve RK

Hint dizilerinden ve Bollywood'dan elbette haberim vardı, fakat belli bir zamana kadar ilgimi çekmemişti. Liseye gidiyordum, 2015 senesiydi. Bir yaz gecesi (2015'in yaz geceleri kızlarla benim için efsanedir.) pek adetim olmasa da bir Hint filmi izlemeye karar vermiştim. Adı Aashiqui 2 (İki Aşık) idi. Hayır tamam Hintçe bilmiyorsun da e be Yağmur, "aashiqui" kelimesinin "aşık" olduğunu da mı anlamadın? Valla anlamamıştım, hatta bunu bir serinin ikinci filmi zannetmiştim. Ancak izledikten sonra jeton düşmüştü. HER NEYSE, toparlıyorum.

O film beni bayağı etkilemişti, hayatımda ilk defa bir filmin sonunda ağlamıştım. Şimdi izlesem ağlamam, o ayrı mesele. Hatta zamanda geriye gitsem on beş yaşındaki kendimin ensesine vurur "Buna mı ağlıyon lan?" diye gülerdim. Fakat o film benim kafamda bir şeyleri açmıştı; demek ki Bollywood dedikleri kadar vardı. Ya dizileri?
Bizim ailede furyayı babaannem başlatmıştı. Bayağıdır Hint dizileri izliyordu zaten ama 2016 yılına kadar hiç merak edip de "Ulan ben de bir bakayım." dememiştim. 2016-2018 yılları Kanal 7 için zirveydi bence. Hindistan'ı geç, dünya çapında pek çok hayran kitlesi edinmiş bilindik dizileri Türkçeye kazandırıp ekranlara veriyor ve bayağı da iyi reyting alıyordu. Can suyu gibiydi Hint dizileri adeta. Şu sıralar gördüğüm kadarıyla dizi bulmada biraz sıkıntı çekiyorlar ve daha çok Pakistan dizilerine yönelmişler. Hak vermem gerekirse tüm iyi dizileri zaten yayınladılar. Şu sıralar Hintliler de pek iyi dizi çekemiyor gibi. Yeni baktıklarımdan hiçbirine eski diziler gibi bağlanamadım, yirmi dakika civarında olmasına rağmen çoğunun ilk bölümünü bitiremedim bile. Neyse, umarım toparlanırlar ne diyelim.

Ne diyordum? Ha evet, 2016 yılı. Mevsimini hatırlamıyorum ama okul açıktı galiba, akşam odamdan çıkmış gezinirken televizyonda Kanal 7'nin açık olduğunu gördüm ve şöyle bir bakayım dedim. Aman tanrım o da ne? Bir Hint dizisi oynuyor ve inanılmaz derecede ilgimi çekiyor. İşte hem ilk Hint dizim hem de "kutsal üçlü"nün ilki: Yalancı Bahar veya orijinal adıyla Madhubala Ek Ishq Ek Junoon. (Madhubala Bir Aşk Bir Tutku) 

İlk defa Hint dizisi gören ben (temsili)

Şu an ilk defa bu yazıda görüp merak edip izleyecek olan biriyseniz valla sizi çok kıskanıyorum. İzlemek isterseniz Youtube'a yazın, Kanal 7 tüm bölümleri Türkçe dublaj olarak eklemiş, mis. Ah ulan nereden başlasam? Diziyi anlatmadan önce size ilişki dinamiklerine olan bakış açımı kısaca açıklamak istiyorum, böylece Hint dizilerini neden bu kadar sevdiğime anlam verebilirsiniz.

Öhöhöhö, şimdi benim bir lafım vardır: Fan shipping'te Ruslar, dizilerde Hintliler. Life is Strange oyununu bilenler Mark Jefferson'dan da haberdardır. Bir shipping yapılacaksa bu genelde Chloe x Max veya Nathan x Max olur. (Üzgünüm Warren.) İşte ben en başından beri Mark x Maxine shipliyordum ve Amerikan fanlarında bu azınlıktaydı, hatta shipleyenleri shameliyorlardı bile. Ruslarsa tam benim kafadan; sadece LIS değil nerede bir villain var adamlar orada. Niye bilmiyorum yaratılıştan mıdır "dark romance"e her zaman bir ilgim vardı. (Çok İngilizce terim yazabilirim, kb.) Power dynamics, age difference, enemies to lovers, forced marriage (iyi yapıldığında), love triangle vs. en sevdiğim tropelardan. Hint dizileri bu işleri çok iyi beceriyor. Çifte kumrularımız birbirinden nefret ederek başlıyorlar, zar zor aşık oluyorlar, binbir zorluğu da atlattıktan sonra kavuşuyorlar. Genelde ben bu kısımda ilgimi kaybederim, kovalamaca bitmiştir çünkü. Ama Hint dizileri burada bir çelme takıyor; genelde ya araya yeni birini sokarlar, ya çifti ayırırlar ya da baş rollerden biri hafızasını kaybeder ve böylece timeline "reset"lenir. Bu da yeni maceralar, yeniden flört aşamasına geçiş ve biraz entrika, biraz acı çekmek demektir. Yani benim için biçilmiş kaftan. Araya yeni soktukları ikinci erkek de genelde yakışıklı ve esas oğlanımızdan daha da kötü olur, ilgi çekici bir pozisyondadır (Rakip şirketin patronu, esas oğlanın kuzeni veya bir gangster.) yeme de yanında yat. Esas oğlan her zaman kalbimizdedir, kızımızın en sonunda onunla olmasını isteriz ama yine de ortalığın karışmasını izlemek keyiflidir. Yani güzel kardeşim, kan seviyorum, acı seviyorum, göz yaşı seviyorum, drama seviyorum KAOS- öhöm, neyse ana fikri anladınız.

O zaman gelelim ilk dizimizin konusuna. Zengin bir adamla evli olan Padmini, ilk çocuğuna hamiledir. Normalde bu sürecin heyecanlı olması gerekirken Padmini için adeta ölüm kalım meselesidir zira evli olduğu adam erkek bir çocuk istemektedir. İkinci defa bir kızı olursa işler hiç de iyiye gitmeyecektir. Eve gelen kahin Padmini'yi kız çocuğu doğuracağına dair uyarır ve en kısa zamanda evi terk etmesini tembihler. Padmini, kocasının ilk eşinden olan kızı Trishna'yı da alarak zalim adamın evinden kaçar.

Can havliyle bir film setine giren kadın, orada doğum yapar ve böylece kızı Madhubala bir sette dünyaya gelir. Büyüyüp bir kuaförde çalışmaya başlayan Madhu, ablası Trishna, annesi Padmini ve iki kıza adeta babalık eden aile dostları Shemshir Malik ve onun kız kardeşi Roma ile şirin bir mahallede yaşamaktadır. Madhu bir gün Mukund adında bir adamla tanışır ve birbirlerinden hoşlanıp kısa sürede nişanlanmaya karar verirler. Bir gece Mukund'a araba çarpmasıyla işler sekteye uğrar ve Madhu, nişanlısına çarpan kişinin ülkece ünlü aktör RK olduğunu öğrenir. Bir şekilde RK'i yalnızca üç günlük nezarete attıran Madhu, RK'in yeterli ceza almadığına inanarak olayın takibine devam ederken, RK de bu üç günlük esaretin bedelini ödetme yolları aramaktadır. Bir film setinde dünyaya gelen Madhu'yu ömrü boyunca yine bu setler yalnız bırakmayacaktır çünkü  RK'in saplantılı aşkıyla tanışmak üzeredir. 

Beni bu işlere bulaştıran, neredeyse her yıl en az bir kere tekrar izlediğim Allah'ın cezası dizi. Her yeni dizide burda bulduğumu arıyorum ama olmuyor tabii. Çok spoiler verip sürprizini kaçırmak istemem ama genel hatlarıyla söylemem gerekirse forced marriage, enemies to lovers, angst, obsessive love başlıca tropelarımız. Aşağıda anlatacağım diğer iki diziye göre bu dizi daha fazla romantizm içeriyor. Diğerlerinde başka olaylar da ön plana çıkarken bu dizimiz sadece Madhu ve RK ile alakalı. (Filler episodeları saymazsak, ama onu da Kanal 7 birleştirdiği için bir saatlik bölümde on dakikayı geçmez.) Kaçırılan bakışlar, kıskanmalar, aşk, tutku ne ararsanız var. EN önemli şeyi demeyi unuttum; slow burn. Hemen oldu bittiye gelmiyor *chef's kiss*. Kendisi bence bu üç dizinin içinde en karanlık olanı. İzleyince anlarsınız. Peki müziklerine ne demeli? Muh-te-şem. Hatta şimdi ekliyorum, bundan sonrasına dinleyerek devam edin. Belki siz de benim gibi bu diziyle Hint dizisi bataklığına düşeceksiniz, belli mi olur. ;)

Sürme de pek yakışmış

                                       

Pü Allah kahretmesin flash-back yaşadım.
Ve ikinci göz ağrım: Tatlı Bela veya orijinal ismiyle Iss Pyaar Ko Kya Naam Doon - Ek Baar Phir (Bu Aşka Ne İsim Koymalı? -Yeniden) Şimdi veteran bir Hint dizisi seyircisiyseniz bu dizinin essahının (evet essah) Barun Sobti ve Sarana Irani'nin başrollerini paylaştığı aynı isimli (Ek Baar Phir kısmı hariç.) dizinin bir spin-off'u olduğunu bilirsiniz. Bence pek bir alakaları yok, tek ortak noktası patron-çalışan ve yine enemies to lovers olabilir. Her nedense ben orijinal diziye pek ısınamadım, evet anlıyorum dünya çapında çok izlendi çok geniş hayran kitlesi var ama ben dizinin sonunu bir türlü getiremedim. Kanal 7 ölçü birimiyle ya beş ya da onuncu bölümde falanım yani hatırlamıyorum. Buysa daha çok hoşuma gitti
Shlok şimdi bana kızacak ama Küçük Emrah'a benziyn brz kardeşm dhfjsdf

Hemen konumuza geçiyorum. Canlı, neşeli ve geveze Aastha (Hemen soğumayın itici değil, valla bak öyle olsa ben izlemem.) huzur evine giderek büyükleriyle vakit geçirmeyi sever. Agnihotri Eğitim Grubu binayı yıkıp araziye okul dikmek istemektedir. Ailenin babası Niranjan, küçük oğlu Shlok'u işle ilgilenmesi için oraya yollar ve kumrularımızın yolları ilk defa orda kesişir-hatta çatışır. İki taraf da kendine göre haklıdır ve geri adım atmaz. Aastha'nın tapu dairesinde memur olan babası kısa sürede Niranjan'ın hedefi haline gelir ve rüşvetlerin ardı arkası kesilmez. Aastha işi medyaya taşıyınca Agnihotri ailesi suçlamalarla karşı karşıya kalır. Ailesinin, özellikle de babasının onurunun zedelendiğini düşünen Shlok bu sebep yüzünden Aastha'dan hiç hoşlanmamaktadır. 

Niranjan Agnihotri

Yanlış anlaşılmalar ve inatla başlayan ilişkileri, zamanla sevgiye dönüşür. Bu beklenmedik birliktelik Shlok'un annesi Anjali'nin onayından geçmez zira Aastha, Agnihotri ailesine göre bir gelin değildir. Nitekim Aastha'nın annesi de böyle düşünmektedir; aileye bir türlü kanı ısınmaz ama her iki ailenin de babaları bu evliliğe onay verir ve düğün gerçekleşir. Bu mutlu günün akşamında Shlok'un Aastha'ya ömrü boyunca unutamayacağı bir sürprizi vardır...
Bu diziye ayrı bir ödül vermem lazım çünkü kardeşime bile izletmeyi başardım

Bu dizi romantizmin yanı sıra sadece Hindistan'ın değil bence tüm toplumların sorunlarından olan aile içi şiddetli geçimsizlik, kadın-erkek eşitsizliği ve modası geçmiş abes adetleri de işliyor. Agnihotri ailesinin saçma gelenekleri karşısında aklınız durur. Bu dizinin de oldukça hoş title müziği var, hemen altta.
Nedense sadece kısaltılmış versiyonunu bulabildim, tam versiyonunu indirdiğime yemin edebilirim ama matrixte kayboldu galiba...


Eveet, gelelim en son bulduğum dizi olduğu ve anlatacağım durumlar yüzünden diğer iki dizi gibi baştan izlemediğim için bazı yerlerini unuttuğum Bıçak Sırtı'na. Orijinal adı Swaragini, isminden de anlaşılacağı üzere iki kadın başrole sahip. (benceyinedeesaskızswaraamaneysewhatdoiknow)

Swara

Swara ve Ragini iki küçük komşu kızdır. (Cidden. Evlerin damı bir.) Araları iyidir ama Ragini babaannesinin onlardan uzak dur uyarılarına anlam veremez. Yıllar geçer ve iki kız aslında aynı babadan kardeş olduklarını öğrenirler. "Ablam ablam" ayakları Ragini, Swara'nın manitasına aşık olana kadar devam eder. Şimdi bu diziyi yukarıda diğer dizilerin aksine biraz daha yorum yaparak anlatacağım. Bir abla olarak doluyum çünkü Ragini yılanına. (Adında hayır yok lan Nagini gibi amk.)
Püh senin gibi kardeşin abv.

Önce Swara ve Lakshya'dan bahsetmem lazım. Sözün özü Lakshya bir zengin bebesi. Popüler, yakışıklı ve tam bir şerrrrrrrrr-ay yüzlü temiz bir genç. Kızımız Swara'yla beraber okudukları üniversitede tanışıyorlar.
(edit büdüt: böyle değilmiş galiba, inanın hatırlamıyorum. Tek hatırladığım bir yerlerde okul ortamı da olduğu. Aklımda böyle kalmış 

¯\_(ツ)_/¯)


Lakshya'nın türlü oyun ve zorbalıklarına ses çıkaran Swara, Laksh'ın  radarına giriyor ve kırmızı kartı yiyor. (Ne Hana Yori Dango'su ayol sçmlama... .s.s) Şaka bir yana tanışmaları cidden HYD'yi anımsatıyor, hatta kendisine Hint BOF uyarlaması diyen salak diziye bin basar o sahneler. Asi gencimiz zamanla Swara'yı sevmeye başlıyor. (Yalnız çok temiz sevdi çocuk...) Ama bu akrabaların yüz karası Ragini, ablası ve Laksh'ı ayırmak için biriyle anlaşıyor. Düğün günü oğlan tarafına "Gidem de ablama mabette yardım edem ehe~" diyen Nagin- aman Ragini, ablasını köprüden nehre atıyor, sonra gelip Swara'yı alemci olarak gösteren videolarla tam düğün günü ortalığı karıştırıyor. Laksh üzgün, Laksh şaşkın, Swara ortalıklarda yok. Kendisi de enayi olduğu için kızın onu cidden bırakıp gittiğine inanıyor ve "Bana bir daha Swara Mwara demeyin aga!111!!1!!" edalarıyla ortamı terk ediyor. Yılan durur mu, bulmuş enayi koynunu e girecek tabii!
Swara & Lakshya

Peki Ragini'nin beraber Swara'nın kuyusunu kazdığı kişi kim dersiniz? Lakshya'nın adeta abisi gibi gördüğü kuzeni Sanskaar. Bunlar o kadar yakınlar ki, yenge ve amcalarına bile "anne" "baba" diyorlar. Kazığı siz düşünün. Sanskaar'ın da bu aileden intikam almak için haklı bir sebebi var ama onu da söylemeyeyim. Önceleri ne ailesi ne de Swara umrunda olan Sanskaar, sonraları bakıyor ki Ragini kendisinden de beter, Swara'ya Laksh hatrına yardım etme kararı veriyor ve ikisi anlaşma yapıyorlar. 
İlk izlediğimde Sanskaar bana RK 2.0 gibi gelmişti sdjklkadg

İkilimiz ailenin içine sızan ve Laksh ile evlenmeye çalışan Ragini'nin planlarını bozmak için deliller bulup karşı atak yapıyorlar. Vicdana gelen Sanskaar, Swara'ya kendini affettirmeye çalışıyor. Swara her ne kadar gerek yok dese de, Sanskaar zamanla Swara'ya aşık olmaya başlıyor.
Tatlı Bela ve Madhubala'daki yaş farkı çok büyük değildi. Doğru hatırlıyorsam TB'de Aastha 21, Shlok 27 falandı. Madhubala'da da RK 27 Madhu 23 yaşındaydı. Burada bayağı bir yaş farkı var. Swara 20, Sanskaar 33 mü 34 mü neydi. Lakshya'yı henüz unutamayan Swara, Sanskaar'a o gözle bakmıyor. Yaş farkının da etkisi var tabii. O zaman bu diziye age difference'ı yapıştırıyoruz hocam. 

Yani anlayacağınız bir ilk gerçekleşiyor ve ikinci adam olarak giren esas oğlan olup çıkıyor! Swara Sanskaar'ı her ne kadar birbirlerine çok yakıştırsam da, yine aklımın bir köşesi gerçekleşmeyen Lakshya&Swara sevdasında... Hele Laksh'ın depresif hallerini gördükçe insan düşünmeden edemiyor. Dizinin sonunda sanki hiçbir şey olmamış gibi Lakshya'nın Ragini'yle evlenmesi de şaka gibi. Sanki Swara'yı unutmuş ayaklarına yatıyor. O çocuk asla Swara'yı unutamaz, Ji Hoo'nun Jan-Di'yi unutamayacağı gibi. O yüzden en iyisi hiç bu işlere bulaşmamak *kıps*. Spoiler yedim diye üzülmeyin, Sanskaar ve Swara'nın birbirlerine aşık olmasını izlemeye değer. Bu da slow  burn tabii ki!

Ragini'nin yaptığı iğrençlikler, konuşma şekli, ses tonu da eklenince sinirden küplere bindim izlerken. Angelica da Eliza'yla aynı adama aşık oldu ama kız kardeşi için bıraktı. Bu kalkmış bir de öldürmeye kalkıyor yılan. Bu sebeple diğer diziler gibi yıllık izlemelerimde sadece Sanskaar&Swara sahnelerini izleyip geçiyorum, çok iyi oluyor çok da güzel oluyor. Lakshya da aptallığına yansın. İnsan biraz nişanlısına güvenir. Ama öyle olsaydı Swara&Sanskaar da olmayacaktı. Karışık işler...

Evet sevgili okur, bir yazımızın sonuna daha geldik... Sen de benim gibi drama ve romantizm seviyorsan bu dizilere bir göz at derim, pişman olmazsın. Kanal 7'nin internet sitesinde üçü de tüm bölümleriyle Türkçe dublaj olarak var. O zaman sonra görüşerik, adieu!

14 Kasım 2023 Salı

Ev Tipi Pixel Art

Hellö hellö. Geçenlerde FNAF filminin çıkmasıyla beraber eskilere gidip beynimin FNAF kısmındaki tozları üfledim. Daha önce de dediğim gibi eskiden korku oyunları oynayamadığım için sadece ilk oyununu ikinci geceye kadar oynayıp kapatmıştım. Hoşuma giden şeylerin lore'unu öğrenmeyi sevdiğim için devam oyunlarını her ne kadar oynamasam da evrene hakimdim. (Purple Guy'cıyız ezelden beri.)

Ama konu bu değil sdfghjkl. Konumuz ilk kez Stardew Valley oynadıktan sonra yaptığım ve FNAF filminden sonra yeniden canlanan fangirl'lüğümün hatırlattığı bir hobim: Pixel art. Pixel art'a genel hatlarıyla bayılan biriyim, canlı renklerinden mi yoksa noktaların birleşerek yüksek çözünürlüklü sanat eserleri oluşturmasından mıdır bilmem hep çekilmişimdir. Şimdi size yaptıklarımı göstereceğim, olur da evde bir şeyler izlerken sıkılır da yapmak istersiniz diye.

Önce Stardew ile başlayalım. Yanlış hatırlamıyorsam Stardew'u ilk kez 2018 yılının sonlarına doğru oynadım. Yani aşağıdakiler yaklaşık dört beş yıllık. Biraz renkleri solmuş, şaftları kaymış olabilir. Pizza da vardı aslında ama onu defterlerimden birine yapıştırdım sanırım.

Shane.

Junimo - Defter alır koyarken şaftı kaydı.

Bu da Joja Cola magnet. Arkasına mıknatıs yapıştırdım.

Yakından bakınca her ne kadar büyü bozulsa da uzaktan mis gibi durduğunu size temin edebilirim sevgili okurlar. Şimdi de yeni yaptıklarıma bakalım, sonra tutorial tarzı bir şeyler yazacağım.

Bonnie ve Stardrop üst üste durdukları için onları bir arada atacağım. Yıldızımız da söndü görüldüğü üzere skjngksjg. Bonnie'ye mavi diyen var, indigo diyen var, mor diyen de var. Benim baktığım Pinterest şablonunda böyle olduğu için bu renk yaptım. Ben bu renge direkt mor derim ama indigo deyince çıkan görsellerdekine de benziyor, kafalar karışık. :S
Chica - Her name was Lola, she was a showgirl ~

Ve geldik benim stratejik hatam yüzünden hilkat garibesine dönen bir adet Golden Freddy'ye. Yamulup yumulmasın diye arkasına iki kat kağıt yapıştırmıştım ama sıvı yapıştırıcı önüne geçmiş olacak ki tövbestağfurullahlık bir şey oldu. Bana sorarsanız FNAF'ın havasına uyduğu için göze o kadar da batmıyor. 
Golden Freddy adının hakkını veriyor jksdkjdsg





Tamam peki nereden başlayalım? Önce kendimize bir şablon bulmamız lazım. Neyin pixel art'ını yapmak istediğimize karar verdikten sonra internette aratıyoruz. Pinterest'i öneririm, aklınızda bir şey olmasa bile hoşunuza gidecek pek çok şablon var.

Yapılacak parçanın renklerini ayarladıktan sonra (kuru boya, keçeli veya mürekkepli kalem) boyuta karar vermek gerekiyor. Ben çok büyük olmasından hoşlanmıyorum o yüzden küçük kareleri olan bir kağıda veya deftere ihtiyaç var. Stardew'u yaptığım zaman tam da istediğim boyutlara sahip kareli not kağıtlarım vardı ama ne yazık ki bitti. O yüzden normal kareli defterin sayfasını cetvelle sakin kalmaya çalışarak çiziyor ve mevcut kareleri daha da küçültüyoruz. 
Şekil 1A


Bu kediyi yapmayı seçtim, yine Pinterest'te buldum. Kenarda yüksekliği vesaire yazıyordu ama yine kendim saydım ve kağıda çarpılar atarak işledim. (Aynısını yapacaklar için 20x11)

Hatlar ortaya çıktıktan sonra çerçeveyi boyadım.
Boyama işlemi de bittikten sonra ben hem daha uzun ömürlü olsun hem de sticker olarak kullanabileyim diye üstünü şeffaf bantla kaplıyorum. En son makas veya falçata yardımıyla kesiyoruz (Falçatayla kesmek çok daha kolay, altına karton gibi kalın bir şey koymayı unutmayın.) ve ta da! Ev tipi pixel art'ımız hazır.

Şeffaf telefon kabının arkasına güzel olur. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.

7 Ekim 2023 Cumartesi

Eskimeyen Oyun Tomb Raider Anniversary

 

Okurken dinlemenizi tavsiye ederim.

/!\ tikkat tikkat sayın gomşular, bu bir inceleme değildir, tşk /!\

Bundan on, on beş yıl önce yazları dedemlere ziyarete gittiğimizde babamla dayım buluşur buluşmaz en trend veya yakında çıkacak olan oyunları konuşur, tartışırlardı. Bazen diğer akrabalar da gelir, dayımın odası tam bir man cave'e dönerdi ve içeri girmemek için kendimi zor tutardım. İlk kez 2010 yılında "skerm aq" diyerek girme cesaretinde bulunmuştum, AC II yeni çıkmıştı, Ezio çatılarda dolanıyordu. (Ezio'yu da hiç sevmem bu arada belki bir ara yazarım. He's overrated y'all sorry not sorry.) Kızacaklarından değil, saygımdan ve yaşım küçük olduğundan girmeye çekiniyordum, her neyse. TRL'yi zaten geçen sene oynamış olan babam, bu sene (2007) de bir TR oyununun çıktığını dayımdan öğrenince hemen oyunu kendi bilgisayarına alıp evde oynamaya başlamıştı. Tabii benim dünyadan haberim yok, oyuna direkt "Lara Croft" diyorum ve "Tomb Raider"ı "Tom Clancy" gibi bir adam sanıyorum. Babamın oynadığı odaya girmemle o tanıdık hisse yeniden kavuşmuştum: Yeni bir Tomb Raider yeni bir macera demekti ve ben bunu oturup izleyebilecektim. Harika bir şey lan!

Oldum olası başkalarını oyun oynarken izlemeyi sevmişimdir. Bu alışkanlık, çok küçük yaşlardan beri babam oyun oynarken kardeşimle beraber (Gerçi o sıkılıp giderdi ama neyse.) oturup film gibi onu izlemek, takıldığı yerlerde ona "rehberlik" etmekten geliyordu. Hala hatırımdadır odayı aydınlatan sarı ampulün ışığı ve TRA'nın arasındaki uyum (TRA bence "sarı" bir oyun.). Sanırım yaz tatili ve çocuk olmanın getirdiği şuursuzlukla o sıralar babamı pek izlememişim, çünkü fazla hatırlamıyorum. TRA ile biraz daha haşır neşir olmam bundan bir sonraki yıl LG X110'da oynamamla başlamıştı, tabii ona oynamak denirse. Lost Valley'de T-rex'e gelene kadar öylesine takılıyordum, 2022 yılında TRA'yı bitirmemle o travmamı yendim. 
Hoşt ulan!

Oyunları çok içselleştirmem ve düşmanların hakikaten beni germesi Tomb Raider üçlemesinin ilk oyunu Legend ile başladı, Anniversary'de T-rex'le tavan yaptı. Tee 2020 yılına kadar bu oyun korkumu yenememiştim, resmen üstüme özellikle devasa bossların gelmesi ödümü koparıyordu hiç şakam yok. 2020'de AC: Origins ile tanıştım, sonra bu korkuyu da yendim ama o başka yazıya. Outlast bile oynadım sonra o derece.

Konuya dönersek, TR ilk çıktığında bendeniz dünyada olmadığım için haliyle ilk reboot olan TRLAU evrenine denk geldim, bence çok da iyi oldu. Bu üç oyun resmen çocukluğum, aynı Lara'nınki gibi kolsuz mavi tişörtüm ve kardeşimin haki şortu vardı, onları sırayla giyer evde düşük bütçeli kospilav yaparak sanki Lara'ymış gibi koltuktan koltuğa atlardık (Lara'nın atlarken çıkardığı "Ha!" Seslerini de unutmazdık tabii, ses efektleri önemli sjdhkjsdg.). Bir de Lara'ya bu kadar yakınlık duymamın sebebi o yaşlarda ilk defa saçı ve gözü benim gibi kahverengi olan bir karakter görmemdi. Representation önemli cidden.

Anniversary'le olan geçmişimi anlattığıma göre şimdi günümüze dönelim ve neden bu oyunun yerinin bende ayrı olduğu konusuna değinelim. Legend'ı sayısız kere bitirdim, her şeyini ezbere biliyorum. Underworld o zamanlar kafamda kurduğum Lara imajına pek uymadığı için (Şu anda kesinlikle böyle düşünmüyorum.) çok üzerine düşmediğim bir oyundu. Çocukken oldukça fanatik düşüncelerim vardı ve bir Tomb Raider oyununun bu kadar "karanlık" olmaması gerektiğini falan düşünüyordum. Bir de yeni oyunlar gibi olma çabası vardı, mekanikleri falan değişmişti vesaire vesaire. Liseye giderken oynayıp bitirdikten sonra epeyce bir yüzüne bakmamıştım, ve şu an hala oyunun her şeyini hatırlıyorum. En sevmediğim özelliklerimden biri bu olabilir; izlediği dizi/filmi, oynadığı oyunu unutan insanlara imreniyorum valla, her seferinde ilk kez oynar gibi oh ne güzel.

İşte, işin tuhaf kısmı da bu. Anniversary'nin de her ayrıntısını hatırlıyorum, ama bu oyun bir başka. Beni sıkmıyor, walkthrough izlerken sanki ilk defa görüyormuş gibi atlatmadan, bunalmadan izleyebiliyorum, üzerinden zaman geçmişse tekrar indirip oynayabiliyorum. "At Dead of Night" yazımda bahsettiğim gibi gece uyurken oyun videoları izlemeyi seviyorum, sayısız gece art arda Anniversary'yi açtım izledim, yine sıkılmadım arkadaş. Bu oyunun garip bir büyüsü var, ha bu büyünün birazı bence orijinal Tomb Raider'da da var tartışmasız. Onun da walkthrough'unu sıkılmadan defalarca izleyebiliyorum ama Anniversary daha ağır basıyor. Müzikleri, ses dizaynı, haritaları, hikayesi. Tam bir magnum opus. 

İlk Tomb Raider'dan tut, veletken sayısız defa indirmeye çalışıp başaramadığım Angel of Darkness'a (İndirsem de oynayamayacakmışım, kontrolleri çok kötü.) kadar olan TR oyunlarının geliştiricisi Core Design önceleri Anniversary üzerinde çalışıyormuş, fakat ne yalan söyleyeyim Crystal Dynamics ile karşılaştırıldığı zaman CD, oyun mekanikleri ve genel olarak dizaynıyla çağ dışı kalıyor. İnternette videoları mevcut.

Sonrasında proje Legend ile büyük bir başarı yakalayıp seriyi adeta dirilten CD'ye (Ay bu da mı CD, CrD diyeyim bari.) devrediliyor ve bu mükimmil oyuna kavuşmuş oluyoruz. Çocukluk anıları bir yana, oyun cidden şu anki Survivor (Abi nefret ediyorum.) timeline'ının aksine "Evet ulan bu Tomb Raider." hissini dibine kadar veren bir oyun. Ayrıca da belirtmeliyim ki bence Lara'nın en güzel modellendiği oyun da bu. Sonra Underworld.
90'ların olmazsa olmazı kahverengi ruj.



Oyunda hem oynamayı hem de izlemeyi en sevdiğim yer hiç şüphesiz St. Francis Folly leveli. Antik Yunan'a ait yapıları ve mitolojik elementleri barındırması sebebiyle hiç sıkılmadan defalarca kendini oynatabiliyor ama Allah Mısır leveliyle Atlantis levelinin belasını versin sinir hastası olursun o derece. Aa, durun bu leveldeki çocukluk travmamı size göstermeyi unuttum!1!!!1bir!1!! 

Abi sizin için Türk diyorlar, doğru mu?

Karşınızdaaa sentorlar! Evet, yanlış görmediniz "T-rex dövdük ya canım yeter!" diyorsanız yanılıyorsunuz, sınırlı kampanyayla iki adet dev sentorun tekmelerinden kaçmanın hazzını artık siz de yaşayabilirsiniz. Bu Allah'ın belaları, kocaman olmaları yetmiyormuş gibi bir de alev topu atıyorlar, o da yetmezmiş gibi en haset ablaları kıskandıracak bakışlar atıp sizi taşa çeviriyorlar. Babamın burayı geçmek için bayağı bir uğraştığını hatırlıyorum, yerimde zıplaya zıplaya izlemiştim. O zamanlar hareket halinde kalırsam babamın boss'ları daha çabuk yeneceğini falan düşünüyordum, totem gibi bir şey auhgjksdg. Her neyse, yıllar sonra oynadığımda da yer yer beni çıldırtan bir boss'tu ama o yıllardaki babamın aksine tüyosunu bildiğim için pek zorlanmamıştım: Kancayla kalkanlarını yere düşürüp onlara doğru tutmak.

Enemies to lovers severiz.

Az kalsın Larson'ı unutuyordum. Bu ikisinin arasındaki sexual tension'ı yazsam roman olur... Larson'la Lara kısaca eskiden beri tanışan rakipler. Düşman diyorlar ama yemezler canım, adam resmen malum sahnede Lara'yı bilerek ıskaladı, kimi yiyonuz!1??!1? Anniversary'nin iyi yaptığı şeylerden biri de bu. İlk oyunu kopyala yapıştır yapmak yerine kendilerine özgün elementler de katarak oyunu ilgi çekici hale getirmiş Crystal Dynamics. Bunu level dizaynlarından tut karakterlerin yeniden şekillendirilmesine kadar görebiliyorsunuz. Larson'ın Lara'ya sataşması, o aralarındaki çekim vesaire çok iyi işlenmişti. Hatta ben mi kafamda kuruyorum ulan diye merak ederken TR forumlarını gezdiğimde çoğu fanın da  benim gibi düşündüğünü görmek mutluluk vericiydi. Neyse, AO3 yolu bana göründü...

Eski bir oyun olduğundan çoğunuzun bildiğini tahmin ederek konusunu bile anlatmamış olsam da, bu yazı incelemeden ziyade bir geçmişe dönme yazısıydı diyebiliriz. Bunca yıl zihin sarayımda yeri olan ve keyif aldığım bu oyunu sizlerle de paylaşmak istedim. Eğer ilk defa duyuyorsanız koşun ve hemen izleyin ya da oynayın! Bir sonraki yazıda görüşmek üzere. 

28 Eylül 2023 Perşembe

İnceleme ♥ Dragon Age II

 "Müziği duyduğum anda bu oyunun içime öküz oturtacağını anlamıştım..."

/!\ Dikkat Spoiler Çıkabilir /!\
Rain Hawke
Evet, yine bir Dragon Age oyununun sonuna geldik. Çoğu DA fanı tarafından pek beğenilmese de, Origins ve elli küsur saat Inquisition'ı da oynamış biri olarak en beğendiğim oyun buydu diyebilirim. Öncelikle oyunu daha da mükemmelleştiren mod yaratıcılarına teşekkürlerimi sunuyorum. Yazının sonunda her zamanki gibi kullandığım modları ve direkt Nexus Dragon Age II mod sayfasını bulabilirsiniz.

Şimdi gelelim incelemeye. Oyunu bitireli bir-iki saat oldu ve düşüncelerimi toparlamaya çalışıyorum
-gece yazmaya başlamıştım-. Steam'de oluşan bir sorundan dolayı ne yazık ki DLC'leri oynayamıyorum ve bu çok canımı sıkıyor. Bir şekilde çözüm bulamazsam -ki sanmıyorum- ne yazık ki internetten izlemekle yetinmek zorunda kalacağım. Origins'in DLC'lerini oynamamıştım fakat DAII'nin yağ gibi kayması ve Fenris'i daha çok görmek istemem DLC'lerle devam etme konusunda beni heveslendirmişti.

Ben female Mage Hawke olarak oynadım bu yüzden hikaye anlatımım da bunun üzerinden olacak. Diğer seçeneklerle ilgili bir fikrim yok. Çok dağılmamak ve olabildiğince oyun hakkında (DLC'ler hariç TT_TT) her şeyi anlatmak için bu incelemede başlıklar üzerinden gitmeye karar verdim, umarım başarılı olurum.

Hikayeye geçmeden önce yanıma aldığım yarenlerim hakkında kısa bilgiler vereceğim ki konuyu anlatırken bölüp karakter geçmişi açıklaması yapmak zorunda kalmayayım. (Agatha Christie romanı gibi oldu hehehe.)
Aveline: Ostagar'dan kocasıyla kaçarken Hawke ve ailesi tarafından Darkspawn'lardan kurtarılan bir savaşçı. Ne yazık ki kocasını kaybediyor. Kirkwall'da daha sonra şehir muhafızlarına katılıyor. Kılıç ve kalkandaki üstün yeteneği onu güvenilir bir müttefik yapıyor. 

Varric: Bir yüzey cücesi. Hawke ile Kirkwall'da Deep Roads'tan altın çıkarmak üzere birilerini ararken tanışıyor. Kendi deyimiyle Hawke'ın en iyi arkadaşı. Çok sevdiği arbaleti Bianca ile başa çıkamayacağı düşman yok.

Fenris: Köleliğinden önceki hayatını hatırlamayan Tevinter'lı savaşçı bir elf. Eski efendisi Danarius ve sayısız acımasızlıkları yüzünden büyücülerden nefret ediyor. Danarius tarafından üzerine Lyrium'la işlenmiş dövmeleri, dövüşte Fenris'e üstünlük sağlıyor. 

Ve yıldızımız Hawke...

HİKAYE

Hikaye, DAO'daki Blight devam ederken Lothering'ten kaçan Hawke ailesiyle başlıyor. Hatırladığınız üzere Lothering Blight'ta yıkılmıştı, biz de kurtulmak için Ferelden'dan ayrılmak zorunda kalıyoruz. Leandra Amell ve olaylardan üç yıl önce ölen Malcom Hawke'ın en büyük kızı olarak başta Rain, daha sonra küçük kardeşleri Carver ve Bethany geliyor. Babaları büyücü, anneleriyse Kirkwall'un asillerinden olan çocuklar, anneleriyle beraber dayılarının yanına Kirkwall'a sığınmacı olarak geliyorlar. Rain gibi bir büyücü olan Bethany, yoldayken bir dev tarafından öldürülüyor. Carver ise ablasının gölgesinde kaldığını düşünen agresif, hayatta amacını bulamamış bir adam. 
Bethany ve Carver

Kirkwall'a gelip dayımızla buluştuğumuzda Amelllerin eskisi gibi itibarı kalmadığını öğreniyoruz ve bir yıl boyunca şehirdeki insanlarla çalışmak durumunda kalıyoruz. Dayımız tüm parayı pavyonlarda ezmiş, dayı bir dur ya. Varric isimli bir cüceyle tanışmamız, hayat boyu sürecek bir arkadaşlığa evriliyor.

Biraz atlatarak gitmeye karar verdim, yoksa bitmeyecek...

Varric, Rain'e ağabeyiyle beraber Deep Roads'a gidip biraz altın bulmayı öneriyor. Bunu duyduğumda fenalık geçirecektim "Beni oraya geri göndermeyin!11!!" diye. Fakat DAO'nun aksine buradaki Deep Roads tam tadında bırakılmıştı ve oynaması keyifliydi, fazla uzamadı. Meğerse asıl geliş amacımız Varric'in ağabeyi Bertrand'ın güçlü bir idol araması ve bulmak için bizi kullanmasıymış. İdolü bulduktan sonra ihanete uğrayan ekibimiz, çıkış yolu ararken bir yığın altını da bulup eve zengin dönüyor.
Hawke Malikanesi

Eski aile şanını ve mülkünü tekrar ele geçiren Hawke, yüksek sosyetede ve yönetimde tabiri caizse borusu öten biri haline dönüşüyor. Kirkwall'a gelip kazık çakan Qunların burada ne yaptığını bilen yok, bunu öğrenmesi de bize düşüyor. Vikontun emirleriyle beraber birkaç kez Qunların üç liderinden biri olan Arishok ile konuşup arabuluculuk yapıyoruz ama nafile. Şehirdeki çoğunlukla elflerden oluşan azınlığın Qunlara katılması, vikontun oğlunun Qun sempatizanı olması gibi gerekçeler Chantry'deki biraz psikopat bir ablamızı rahatsız ediyor, entrikalar dönüyor falan derken Qunlar en sonunda ayaklanıp Kirkwall'u ele geçirmeye çalışıyorlar. Hawke ve ekibi Arishok'u basıp o ve yanındaki tüm Qunları etkisiz hale getirerek Kirkwall'un Şampiyonu oluyor. 
Arishok - Buna yürünse buna da yürürdüm şimdi gerçekçi olalım.

Şehirde bir Mage-Templar çekişmesi hakim. Mageler çok tehlikeli olan kan büyüsüne başvurup yaratıklara dönüşürken Templarlar da haliye buna bir dur demek istiyor. Açıkçası genelde her RPG'de büyücü olarak oynayan bir insan olarak onlara karşı sempatim yok denecek kadar azdır. Özellikle Dragon Age evreninde Magelere karşı bu nefretin sebebini anlayabiliyorsunuz. Hepsi manyak, hepsi deli ve saçma sapan argümanları var ve siz buna karşı çıktığınızda da "Sen de Mage'sin nasıl yani?" diye şaşırıyorlar. Lan salak, meslek gibi bir şey bu. Ben tercümanım diye tüm tercümanları kendi kanım gibi savunacak mıyım aq bu nasıl bir mantık? Templar demişken iki gözümün çiçeği ve seriyle tanışmama vesile olan Cullen da Kirkwall'da önce Knight-Captain daha sonra da Knight-Commander olarak görev yapıyor. 
Chantry - Dragon Age Wiki

Bu çekişmede bir taraf seçilmeli, ya Templarları tutacaksınız ya da Mageleri. Ben Templarları tuttum çünkü dediğim gibi Mageler daha az umrumda olamazdı. Yalnız Templarların başında Meredith isimli bir kumandan bela var, bu abla kafayı tüm Mageleri öldürmek ve şehrin kontrolünü ele geçirmekle bozmuş. Oyunun finaline kadar ona yardım ettim. Magelerin başı olan büyücü Orsino, Meredith'in suçlamalarına karşı "Valla bizde kan büyüsü olmaz bacım yanlışın var!" derken oyunun finalinde boss olarak karşımıza çıkıyor. Maks mage (Alınma Hawke.) şaşırdık mı, hayır.
Meredith ve Orsino. Ortadaki de ben ajfhkajdg. Bu ikisini shipleyen insanlar varmış, arkanızdayım dewamke. Enemies to lovers severiz.

Zaten oynarken de göreceğiniz üzere agresif tavırlarından bize de bir gün çatacağı belli olan Meredith, Orsino'yla olan dövüşten sonra "Sen de Mage'sin hiçbir yere gidemezsin!" diye üzerimize saldırıyor. Bertrand'ın çaldığı idolü hatırladınız mı? İşte Meredith'in elinde kılıç olarak karşımızda duruyor.
Bacım şunu bana doğrultma, şeytan doldurur.

Zorlu bir final boss'tan sonra Meredith Templarlara "Atıl kurt!" emri verince özellikle güzel Mage kadınlara düşkünlüğüyle tanıdığımız (lmao) Cullen "Hop!" diyerek olaya müdahil oluyor. Adeta bana Gladyatör'deki sahneyi hatırlatan (Bir ara onu da yazmak lazım aslında, Team Commodus bitches!) olaydan sonra Templarlar elini eteğini çekip Meredith'in emri altından çıkıyorlar. Meredith de bize daha el kaldıramadan Maker'dan belasını buluyor. 

Böylelikle Templarların da saygısını kazanarak (Arkamda Yeniçeriler var olm benim1!1!!!1) oyunun başından beri gözümün olduğu vikontluğu da almış oluyorum. İlk oyunda kraliçe oldum, burda vikontes. Inquisition'da daha da ileri gidebilir miyim bakmam lazım. Gözüm bayağıdır Orlesian Empire'da ama hayırlısı... (>ᴗ•) 
Varric

Meğerse bunların hepsi rüyaymış... Şaka şaka. Sadece Cassandra, Varric'i sorguya çektiği için Varric'in ağzından tekrar yaşıyoruz. Sebebiyse bir "elametin" yaklaşması ve Kirkwall Şampiyonu'nun belki de bunu durdurabilecek tek kişi olması. Bu sebeple Cassandra Hawke'un nerede olduğunu öğrenmeye çalışıyor ama Varric de bilmiyor. Müziği duyduğum anda bu oyunun içime öküz oturtacağını anlamıştım, Dragon Age'in böyle bir özelliği var. Bana nedense karakterleri trajik geliyor. Özellikle de baş karakterleri. Yani koskoca Grey Warden ortalıkta yok, sevdiği herkesi ardında bırakmış. Şimdi de Hawke öyle. Nerede, kiminle bilen yok. Cassandra eli boş birliğine geri dönüyor ve Varric'i serbest bırakıyor.

Dışarıda tanıdık bir simayla karşılaşıyoruz: Leliana. Zaten üzerindeki kıyafetlerin ne olduğunu söylememe de gerek yok. Bu sembolü de tanıyoruz. Cassandra Şampiyon'un da aynı Ferelden'ın kraliçesi olan Grey Warden gibi ortalıktan kaybolduğunu söylüyor ve bir kahraman arayışı devam ediyor. Ta ki bir Trevelyan'la tanışana kadar...
Sıradaki maceramız ve son durağımız Dragon Age: Inquisition.

KARAKTERLER

Fenris
Sevgili okur, inan ki burada karakterleri anlatmaya kalksam bu yazıyı bitiremem, aklım hep bir yerlere gider "A, bu da vardı!" diyerek cümlelerimi toparlayamam. Bu yüzden çok yüzeysel gideceğim ve karakterleri keşfetmesini sana bırakacağım. 

Dünyası çok iyi kurulduğu gibi Dragon Age'in karakterleri de birbirinden çeşitli ve kendine has. Hiçbirini bir diğerinin yerine koyamam. Yani ne Alistair'ı ne Fenris'i ne de Cullen'ı kıyaslayıp aralarında seçim yapamam, hepsinin kalbimdeki yeri ayrı. Şimdi biraz oyundaki romantizme değinmek istiyorum. DA II'de genel olarak bir karakterle ilişkinizin gidebileceği iki yön var: Arkadaşlık veya rekabet. Arkadaşlık adından da anlaşılacağı üzere daha karakterle aynı fikirde olduğunuzda, rekabetse tam tersi düşünceleri savunduğunuzda artan bir olgu. Bu romantizme de yansıyor.
Fenris ve Rain

Daha önce de dediğimiz gibi Fenris eski bir köle, ve eski efendisi sebebiyle Magelerden nefret ediyor. Rain de bir Mage olunca aralarında anlaşmazlıklar doğuyor. Dark romance'in sadık bir takipçisi olarak bunlara friends to lovers gitmez diye düşündüm ve her ne kadar Mageleri sinek kadar takmasam da sırf Fenris'in damarına basmak için konuşmalarımda Mageleri savunur gibi yaptım ve rekabeti fulledim. "Your love will kill me!" edalarıyla kıvranan Fenris'in en sonunda Hawke'un kollarına kendini bırakmasını izlemek aşırı zevkliydi. 

Aa, bir dakika ya. Elf, beyaz saçlı ve kaçak bir köle. Efendisi de onu arıyor... Size de tanıdık geldi mi? 
Doğru söyleyin lan Astarion'ı Fenris'ten mi çaktınız? Larian açıklama bekliyoruz!!1!1bir!
Yalnız yeri gelmişken BG3'e inceleme yazmaya kalkarsam geri oturamayabilirim, nasıl bitireceğim bilemiyorum Altan...

Her neyse, aşk kuşlarımıza geri dönersek iki barı da -arkadaşlık veya rekabet- en yüksekte tuttuğunuz sürece Fenris asla yanınızdan ayrılmıyor. Ne seçerseniz seçin, kendi düşüncelerine ters de olsa sizi sevdiği ve saygı duyduğu için her zaman ardınızda oluyor. Yani ben Templarları değil de Mageleri seçseydim yine Fenris benim yanımda kalacaktı ama dikkat edin, eğer rekabet yüzde yüz değilse bu tarz bir seçimde Fenris'i Maker'ın rahmetine kavuşturmak zorunda kalabilirsiniz. Veya daha da kötüsü, Fenris size teşekkür edip yanınızdan ayrılıyor ve efendisine kendi isteğiyle dönüp hafızasını sildiriyor. Ay ağlayacağım galiba, böyle kötü şeyler konuşmayalım. ૮(˶╥︿╥)ა
Aaa, aile var ayol! Hehehehe ( ͡° ͜ʖ ͡°)

Son savaştan önce "Ben sensiz olamam." diyen Fenris'le birbirimize ölmeyeceğimize dair söz verip savaşa giriyoruz ve oyundaki romans burada noktalanmış oluyor. Bencekısaydıyanidahauzunolabilirdişikayetemezdim •ᴗ•
Şimdi gelelim Hawke'a. Diğer iki oyununa bakınca Dragon Age'in ilk oyununda karakterin konuşmamasının -arada söylediği üç beş cümleyi saymazsak, misal "Can I get you a ladder, so you can get off my back?" hala uyuz oluyorum- ya dönemin teknolojisi ya da stüdyonun bütçesiyle alakası olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu oyunda karşımıza oldukça konuşkan bir Hawke çıkıyor ve ben buna ba-yıl-dım. Diplomatik, esprili ve ciddi olarak üç diyalog seçeneğinden en çok espriliyi seçerek bayağı sarkastik bir Hawke ile bitirdim oyunu ve şu kadarcık 👌bile rahatsız olmadım, her şey tam ayarında yapılmıştı. Kadın Hawke'un çok beğendiğim bir diğer yanı da hem sesi hem de beden dili. Ses sanatçısı Jo Wyatt müthiş bir iş çıkarmış, aynı zamanda koşma tarzından "idle" hareketlerine kadar dişilik akan bir Hawke'la oynamak inanılmaz eğlenceliydi. Gözümüz gönlümüz açıldı valla. 

DAII'yi çok beğenmemin sebeplerinden biri de bu olabilir, karakterimin resmen yaşadığını hissettim ve bağ kurdum. Dürüst olmak gerekirse Inquisition'daki karakterim biraz odun gibiydi, tamam o da konuşuyor ama sanırım Hawke'u arayacağım...

Aveline ve Varric hakkında da kısa da olsa bir şeyler söylemek istiyorum. Varric Inquisition'da zaten yarenlerimden biriydi (Her zaman arbalet kullanan biri lazım.) ve bilgim olmadığı için karakterleri de pek taktığım söylenemezdi, şimdiyse her baktığımda DAII'deki anılarımızı ve Hawke'u hatırlayacağım (Gerçi Hawke DA:I'de yardıma geliyor ama sonuçta artık onunla oynayamıyoruz.). Varric, görünce keyfinizin yerine geldiği, sorunlarınızın çözüleceğini hissettiğiniz bir arkadaş. Adam resmen comfort character gibi bir şey oldu.
Rain ve Varric

Pek çok hayranın konu hakkında memnuniyetsizliğini belirttiği gibi ben de belirteceğim: Varric'le romantik bir ilişki yaşayamıyorsunuz. Sebebini kimse tam olarak bilmese de karakteri yazan kişi bu aşk-meşk işlerinden hoşlanmıyormuş. Her ne kadar bunu saçma bir gerekçe olarak bulsam da, bazen iki insanın arasındaki dostluk aşk kadar hatta belki ondan da derin olabiliyor. Hawke ve Varric'in ilişkisi de böyle, ikisi de birbirine güveniyor ve canlarını emanet edebiliyorlar.
Aveline'e de değinelim. Mesleği ve tecrübeleri gereği biraz soğuk ve sert mizaçlı olan Aveline aslında içinde küçük bir kız çocuğu kalbi taşıyan biri, bunu kocasını kaybettikten sonra yeniden aşkı bulmasını izlerken anlıyoruz. Her neyse, DLC'leri oynayamamak ve yarenlerimle daha fazla vakit geçirememek tekrar koymadan önce şöyle bir toparlayıp yazıyı bitirelim.
Dragon Age maceramın ikinci oyunu olan DAII bende çok güzel anılar bıraktı; akışkan, yağ gibi akan ve nispeten kısa bir oyun. Sıkmıyor, adamı dellendirmiyor. Kombatı zevkli ve kolaydı bu yüzden değinmeyi bile unuttum. Karakterleri derin ve verdiğiniz kararların gerçekten oyunu etkilediği bir mekaniğe sahip. Dediğim gibi en büyük kusuru DLC'lerin Steam üzerinden çalışmaması ve EA üzerinden indirip kurmaya kalktığımda programın bana "Bu bilgisayarda DAII yok la önce onu indir." demesi. (ノಠ益ಠ)ノ彡┻━┻ çözüm arama yolculuğum devam edecek... Origins'i oynadıysanız bunu haliyle oynamanız lazım, pişman olmazsınız. "Origins eski, oynayamam." derseniz direkt bundan da başlayabilirsiniz, eğleneceğinizi düşünüyorum. 

Buraya kadar okuduğunuz için teşekkürler, aşağıda kullandığım modları bulabilirsiniz. İyi oyunlar, bir sonraki yazıda görüşmek üzere!

KULLANDIĞIM MODLAR

Bağlantılar yeni sekmede açılır.

pineappletree's make-up intensifier: https://www.nexusmods.com/dragonage2/mods/2648
hawke estate mirror: (black emporium dlc'si çalışmadığı için tip değiştirecekseniz indirin)
https://www.nexusmods.com/dragonage2/mods/4328
no more bloody teeth: (hiçbir şey indirmiyorsanız bunu indirin)
https://www.nexusmods.com/dragonage2/mods/2906
witcher 3 ciri yennefer outfit: https://www.nexusmods.com/dragonage2/mods/4278