Gece İzlemelik Oyun #2 | Outlast & Whistleblower DLC

İnsanlar garip canlılar. Kendilerini eğlendirmenin değişik yöntemlerini buluyorlar. Kimi kolezyumda aslanların gladyatörleri parçalamasını i...

28 Eylül 2023 Perşembe

İnceleme ♥ Dragon Age II

 "Müziği duyduğum anda bu oyunun içime öküz oturtacağını anlamıştım..."

/!\ Dikkat Spoiler Çıkabilir /!\
Rain Hawke
Evet, yine bir Dragon Age oyununun sonuna geldik. Çoğu DA fanı tarafından pek beğenilmese de, Origins ve elli küsur saat Inquisition'ı da oynamış biri olarak en beğendiğim oyun buydu diyebilirim. Öncelikle oyunu daha da mükemmelleştiren mod yaratıcılarına teşekkürlerimi sunuyorum. Yazının sonunda her zamanki gibi kullandığım modları ve direkt Nexus Dragon Age II mod sayfasını bulabilirsiniz.

Şimdi gelelim incelemeye. Oyunu bitireli bir-iki saat oldu ve düşüncelerimi toparlamaya çalışıyorum
-gece yazmaya başlamıştım-. Steam'de oluşan bir sorundan dolayı ne yazık ki DLC'leri oynayamıyorum ve bu çok canımı sıkıyor. Bir şekilde çözüm bulamazsam -ki sanmıyorum- ne yazık ki internetten izlemekle yetinmek zorunda kalacağım. Origins'in DLC'lerini oynamamıştım fakat DAII'nin yağ gibi kayması ve Fenris'i daha çok görmek istemem DLC'lerle devam etme konusunda beni heveslendirmişti.

Ben female Mage Hawke olarak oynadım bu yüzden hikaye anlatımım da bunun üzerinden olacak. Diğer seçeneklerle ilgili bir fikrim yok. Çok dağılmamak ve olabildiğince oyun hakkında (DLC'ler hariç TT_TT) her şeyi anlatmak için bu incelemede başlıklar üzerinden gitmeye karar verdim, umarım başarılı olurum.

Hikayeye geçmeden önce yanıma aldığım yarenlerim hakkında kısa bilgiler vereceğim ki konuyu anlatırken bölüp karakter geçmişi açıklaması yapmak zorunda kalmayayım. (Agatha Christie romanı gibi oldu hehehe.)
Aveline: Ostagar'dan kocasıyla kaçarken Hawke ve ailesi tarafından Darkspawn'lardan kurtarılan bir savaşçı. Ne yazık ki kocasını kaybediyor. Kirkwall'da daha sonra şehir muhafızlarına katılıyor. Kılıç ve kalkandaki üstün yeteneği onu güvenilir bir müttefik yapıyor. 

Varric: Bir yüzey cücesi. Hawke ile Kirkwall'da Deep Roads'tan altın çıkarmak üzere birilerini ararken tanışıyor. Kendi deyimiyle Hawke'ın en iyi arkadaşı. Çok sevdiği arbaleti Bianca ile başa çıkamayacağı düşman yok.

Fenris: Köleliğinden önceki hayatını hatırlamayan Tevinter'lı savaşçı bir elf. Eski efendisi Danarius ve sayısız acımasızlıkları yüzünden büyücülerden nefret ediyor. Danarius tarafından üzerine Lyrium'la işlenmiş dövmeleri, dövüşte Fenris'e üstünlük sağlıyor. 

Ve yıldızımız Hawke...

HİKAYE

Hikaye, DAO'daki Blight devam ederken Lothering'ten kaçan Hawke ailesiyle başlıyor. Hatırladığınız üzere Lothering Blight'ta yıkılmıştı, biz de kurtulmak için Ferelden'dan ayrılmak zorunda kalıyoruz. Leandra Amell ve olaylardan üç yıl önce ölen Malcom Hawke'ın en büyük kızı olarak başta Rain, daha sonra küçük kardeşleri Carver ve Bethany geliyor. Babaları büyücü, anneleriyse Kirkwall'un asillerinden olan çocuklar, anneleriyle beraber dayılarının yanına Kirkwall'a sığınmacı olarak geliyorlar. Rain gibi bir büyücü olan Bethany, yoldayken bir dev tarafından öldürülüyor. Carver ise ablasının gölgesinde kaldığını düşünen agresif, hayatta amacını bulamamış bir adam. 
Bethany ve Carver

Kirkwall'a gelip dayımızla buluştuğumuzda Amelllerin eskisi gibi itibarı kalmadığını öğreniyoruz ve bir yıl boyunca şehirdeki insanlarla çalışmak durumunda kalıyoruz. Dayımız tüm parayı pavyonlarda ezmiş, dayı bir dur ya. Varric isimli bir cüceyle tanışmamız, hayat boyu sürecek bir arkadaşlığa evriliyor.

Biraz atlatarak gitmeye karar verdim, yoksa bitmeyecek...

Varric, Rain'e ağabeyiyle beraber Deep Roads'a gidip biraz altın bulmayı öneriyor. Bunu duyduğumda fenalık geçirecektim "Beni oraya geri göndermeyin!11!!" diye. Fakat DAO'nun aksine buradaki Deep Roads tam tadında bırakılmıştı ve oynaması keyifliydi, fazla uzamadı. Meğerse asıl geliş amacımız Varric'in ağabeyi Bertrand'ın güçlü bir idol araması ve bulmak için bizi kullanmasıymış. İdolü bulduktan sonra ihanete uğrayan ekibimiz, çıkış yolu ararken bir yığın altını da bulup eve zengin dönüyor.
Hawke Malikanesi

Eski aile şanını ve mülkünü tekrar ele geçiren Hawke, yüksek sosyetede ve yönetimde tabiri caizse borusu öten biri haline dönüşüyor. Kirkwall'a gelip kazık çakan Qunların burada ne yaptığını bilen yok, bunu öğrenmesi de bize düşüyor. Vikontun emirleriyle beraber birkaç kez Qunların üç liderinden biri olan Arishok ile konuşup arabuluculuk yapıyoruz ama nafile. Şehirdeki çoğunlukla elflerden oluşan azınlığın Qunlara katılması, vikontun oğlunun Qun sempatizanı olması gibi gerekçeler Chantry'deki biraz psikopat bir ablamızı rahatsız ediyor, entrikalar dönüyor falan derken Qunlar en sonunda ayaklanıp Kirkwall'u ele geçirmeye çalışıyorlar. Hawke ve ekibi Arishok'u basıp o ve yanındaki tüm Qunları etkisiz hale getirerek Kirkwall'un Şampiyonu oluyor. 
Arishok - Buna yürünse buna da yürürdüm şimdi gerçekçi olalım.

Şehirde bir Mage-Templar çekişmesi hakim. Mageler çok tehlikeli olan kan büyüsüne başvurup yaratıklara dönüşürken Templarlar da haliye buna bir dur demek istiyor. Açıkçası genelde her RPG'de büyücü olarak oynayan bir insan olarak onlara karşı sempatim yok denecek kadar azdır. Özellikle Dragon Age evreninde Magelere karşı bu nefretin sebebini anlayabiliyorsunuz. Hepsi manyak, hepsi deli ve saçma sapan argümanları var ve siz buna karşı çıktığınızda da "Sen de Mage'sin nasıl yani?" diye şaşırıyorlar. Lan salak, meslek gibi bir şey bu. Ben tercümanım diye tüm tercümanları kendi kanım gibi savunacak mıyım aq bu nasıl bir mantık? Templar demişken iki gözümün çiçeği ve seriyle tanışmama vesile olan Cullen da Kirkwall'da önce Knight-Captain daha sonra da Knight-Commander olarak görev yapıyor. 
Chantry - Dragon Age Wiki

Bu çekişmede bir taraf seçilmeli, ya Templarları tutacaksınız ya da Mageleri. Ben Templarları tuttum çünkü dediğim gibi Mageler daha az umrumda olamazdı. Yalnız Templarların başında Meredith isimli bir kumandan bela var, bu abla kafayı tüm Mageleri öldürmek ve şehrin kontrolünü ele geçirmekle bozmuş. Oyunun finaline kadar ona yardım ettim. Magelerin başı olan büyücü Orsino, Meredith'in suçlamalarına karşı "Valla bizde kan büyüsü olmaz bacım yanlışın var!" derken oyunun finalinde boss olarak karşımıza çıkıyor. Maks mage (Alınma Hawke.) şaşırdık mı, hayır.
Meredith ve Orsino. Ortadaki de ben ajfhkajdg. Bu ikisini shipleyen insanlar varmış, arkanızdayım dewamke. Enemies to lovers severiz.

Zaten oynarken de göreceğiniz üzere agresif tavırlarından bize de bir gün çatacağı belli olan Meredith, Orsino'yla olan dövüşten sonra "Sen de Mage'sin hiçbir yere gidemezsin!" diye üzerimize saldırıyor. Bertrand'ın çaldığı idolü hatırladınız mı? İşte Meredith'in elinde kılıç olarak karşımızda duruyor.
Bacım şunu bana doğrultma, şeytan doldurur.

Zorlu bir final boss'tan sonra Meredith Templarlara "Atıl kurt!" emri verince özellikle güzel Mage kadınlara düşkünlüğüyle tanıdığımız (lmao) Cullen "Hop!" diyerek olaya müdahil oluyor. Adeta bana Gladyatör'deki sahneyi hatırlatan (Bir ara onu da yazmak lazım aslında, Team Commodus bitches!) olaydan sonra Templarlar elini eteğini çekip Meredith'in emri altından çıkıyorlar. Meredith de bize daha el kaldıramadan Maker'dan belasını buluyor. 

Böylelikle Templarların da saygısını kazanarak (Arkamda Yeniçeriler var olm benim1!1!!!1) oyunun başından beri gözümün olduğu vikontluğu da almış oluyorum. İlk oyunda kraliçe oldum, burda vikontes. Inquisition'da daha da ileri gidebilir miyim bakmam lazım. Gözüm bayağıdır Orlesian Empire'da ama hayırlısı... (>ᴗ•) 
Varric

Meğerse bunların hepsi rüyaymış... Şaka şaka. Sadece Cassandra, Varric'i sorguya çektiği için Varric'in ağzından tekrar yaşıyoruz. Sebebiyse bir "elametin" yaklaşması ve Kirkwall Şampiyonu'nun belki de bunu durdurabilecek tek kişi olması. Bu sebeple Cassandra Hawke'un nerede olduğunu öğrenmeye çalışıyor ama Varric de bilmiyor. Müziği duyduğum anda bu oyunun içime öküz oturtacağını anlamıştım, Dragon Age'in böyle bir özelliği var. Bana nedense karakterleri trajik geliyor. Özellikle de baş karakterleri. Yani koskoca Grey Warden ortalıkta yok, sevdiği herkesi ardında bırakmış. Şimdi de Hawke öyle. Nerede, kiminle bilen yok. Cassandra eli boş birliğine geri dönüyor ve Varric'i serbest bırakıyor.

Dışarıda tanıdık bir simayla karşılaşıyoruz: Leliana. Zaten üzerindeki kıyafetlerin ne olduğunu söylememe de gerek yok. Bu sembolü de tanıyoruz. Cassandra Şampiyon'un da aynı Ferelden'ın kraliçesi olan Grey Warden gibi ortalıktan kaybolduğunu söylüyor ve bir kahraman arayışı devam ediyor. Ta ki bir Trevelyan'la tanışana kadar...
Sıradaki maceramız ve son durağımız Dragon Age: Inquisition.

KARAKTERLER

Fenris
Sevgili okur, inan ki burada karakterleri anlatmaya kalksam bu yazıyı bitiremem, aklım hep bir yerlere gider "A, bu da vardı!" diyerek cümlelerimi toparlayamam. Bu yüzden çok yüzeysel gideceğim ve karakterleri keşfetmesini sana bırakacağım. 

Dünyası çok iyi kurulduğu gibi Dragon Age'in karakterleri de birbirinden çeşitli ve kendine has. Hiçbirini bir diğerinin yerine koyamam. Yani ne Alistair'ı ne Fenris'i ne de Cullen'ı kıyaslayıp aralarında seçim yapamam, hepsinin kalbimdeki yeri ayrı. Şimdi biraz oyundaki romantizme değinmek istiyorum. DA II'de genel olarak bir karakterle ilişkinizin gidebileceği iki yön var: Arkadaşlık veya rekabet. Arkadaşlık adından da anlaşılacağı üzere daha karakterle aynı fikirde olduğunuzda, rekabetse tam tersi düşünceleri savunduğunuzda artan bir olgu. Bu romantizme de yansıyor.
Fenris ve Rain

Daha önce de dediğimiz gibi Fenris eski bir köle, ve eski efendisi sebebiyle Magelerden nefret ediyor. Rain de bir Mage olunca aralarında anlaşmazlıklar doğuyor. Dark romance'in sadık bir takipçisi olarak bunlara friends to lovers gitmez diye düşündüm ve her ne kadar Mageleri sinek kadar takmasam da sırf Fenris'in damarına basmak için konuşmalarımda Mageleri savunur gibi yaptım ve rekabeti fulledim. "Your love will kill me!" edalarıyla kıvranan Fenris'in en sonunda Hawke'un kollarına kendini bırakmasını izlemek aşırı zevkliydi. 

Aa, bir dakika ya. Elf, beyaz saçlı ve kaçak bir köle. Efendisi de onu arıyor... Size de tanıdık geldi mi? 
Doğru söyleyin lan Astarion'ı Fenris'ten mi çaktınız? Larian açıklama bekliyoruz!!1!1bir!
Yalnız yeri gelmişken BG3'e inceleme yazmaya kalkarsam geri oturamayabilirim, nasıl bitireceğim bilemiyorum Altan...

Her neyse, aşk kuşlarımıza geri dönersek iki barı da -arkadaşlık veya rekabet- en yüksekte tuttuğunuz sürece Fenris asla yanınızdan ayrılmıyor. Ne seçerseniz seçin, kendi düşüncelerine ters de olsa sizi sevdiği ve saygı duyduğu için her zaman ardınızda oluyor. Yani ben Templarları değil de Mageleri seçseydim yine Fenris benim yanımda kalacaktı ama dikkat edin, eğer rekabet yüzde yüz değilse bu tarz bir seçimde Fenris'i Maker'ın rahmetine kavuşturmak zorunda kalabilirsiniz. Veya daha da kötüsü, Fenris size teşekkür edip yanınızdan ayrılıyor ve efendisine kendi isteğiyle dönüp hafızasını sildiriyor. Ay ağlayacağım galiba, böyle kötü şeyler konuşmayalım. ૮(˶╥︿╥)ა
Aaa, aile var ayol! Hehehehe ( ͡° ͜ʖ ͡°)

Son savaştan önce "Ben sensiz olamam." diyen Fenris'le birbirimize ölmeyeceğimize dair söz verip savaşa giriyoruz ve oyundaki romans burada noktalanmış oluyor. Bencekısaydıyanidahauzunolabilirdişikayetemezdim •ᴗ•
Şimdi gelelim Hawke'a. Diğer iki oyununa bakınca Dragon Age'in ilk oyununda karakterin konuşmamasının -arada söylediği üç beş cümleyi saymazsak, misal "Can I get you a ladder, so you can get off my back?" hala uyuz oluyorum- ya dönemin teknolojisi ya da stüdyonun bütçesiyle alakası olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu oyunda karşımıza oldukça konuşkan bir Hawke çıkıyor ve ben buna ba-yıl-dım. Diplomatik, esprili ve ciddi olarak üç diyalog seçeneğinden en çok espriliyi seçerek bayağı sarkastik bir Hawke ile bitirdim oyunu ve şu kadarcık 👌bile rahatsız olmadım, her şey tam ayarında yapılmıştı. Kadın Hawke'un çok beğendiğim bir diğer yanı da hem sesi hem de beden dili. Ses sanatçısı Jo Wyatt müthiş bir iş çıkarmış, aynı zamanda koşma tarzından "idle" hareketlerine kadar dişilik akan bir Hawke'la oynamak inanılmaz eğlenceliydi. Gözümüz gönlümüz açıldı valla. 

DAII'yi çok beğenmemin sebeplerinden biri de bu olabilir, karakterimin resmen yaşadığını hissettim ve bağ kurdum. Dürüst olmak gerekirse Inquisition'daki karakterim biraz odun gibiydi, tamam o da konuşuyor ama sanırım Hawke'u arayacağım...

Aveline ve Varric hakkında da kısa da olsa bir şeyler söylemek istiyorum. Varric Inquisition'da zaten yarenlerimden biriydi (Her zaman arbalet kullanan biri lazım.) ve bilgim olmadığı için karakterleri de pek taktığım söylenemezdi, şimdiyse her baktığımda DAII'deki anılarımızı ve Hawke'u hatırlayacağım (Gerçi Hawke DA:I'de yardıma geliyor ama sonuçta artık onunla oynayamıyoruz.). Varric, görünce keyfinizin yerine geldiği, sorunlarınızın çözüleceğini hissettiğiniz bir arkadaş. Adam resmen comfort character gibi bir şey oldu.
Rain ve Varric

Pek çok hayranın konu hakkında memnuniyetsizliğini belirttiği gibi ben de belirteceğim: Varric'le romantik bir ilişki yaşayamıyorsunuz. Sebebini kimse tam olarak bilmese de karakteri yazan kişi bu aşk-meşk işlerinden hoşlanmıyormuş. Her ne kadar bunu saçma bir gerekçe olarak bulsam da, bazen iki insanın arasındaki dostluk aşk kadar hatta belki ondan da derin olabiliyor. Hawke ve Varric'in ilişkisi de böyle, ikisi de birbirine güveniyor ve canlarını emanet edebiliyorlar.
Aveline'e de değinelim. Mesleği ve tecrübeleri gereği biraz soğuk ve sert mizaçlı olan Aveline aslında içinde küçük bir kız çocuğu kalbi taşıyan biri, bunu kocasını kaybettikten sonra yeniden aşkı bulmasını izlerken anlıyoruz. Her neyse, DLC'leri oynayamamak ve yarenlerimle daha fazla vakit geçirememek tekrar koymadan önce şöyle bir toparlayıp yazıyı bitirelim.
Dragon Age maceramın ikinci oyunu olan DAII bende çok güzel anılar bıraktı; akışkan, yağ gibi akan ve nispeten kısa bir oyun. Sıkmıyor, adamı dellendirmiyor. Kombatı zevkli ve kolaydı bu yüzden değinmeyi bile unuttum. Karakterleri derin ve verdiğiniz kararların gerçekten oyunu etkilediği bir mekaniğe sahip. Dediğim gibi en büyük kusuru DLC'lerin Steam üzerinden çalışmaması ve EA üzerinden indirip kurmaya kalktığımda programın bana "Bu bilgisayarda DAII yok la önce onu indir." demesi. (ノಠ益ಠ)ノ彡┻━┻ çözüm arama yolculuğum devam edecek... Origins'i oynadıysanız bunu haliyle oynamanız lazım, pişman olmazsınız. "Origins eski, oynayamam." derseniz direkt bundan da başlayabilirsiniz, eğleneceğinizi düşünüyorum. 

Buraya kadar okuduğunuz için teşekkürler, aşağıda kullandığım modları bulabilirsiniz. İyi oyunlar, bir sonraki yazıda görüşmek üzere!

KULLANDIĞIM MODLAR

Bağlantılar yeni sekmede açılır.

pineappletree's make-up intensifier: https://www.nexusmods.com/dragonage2/mods/2648
hawke estate mirror: (black emporium dlc'si çalışmadığı için tip değiştirecekseniz indirin)
https://www.nexusmods.com/dragonage2/mods/4328
no more bloody teeth: (hiçbir şey indirmiyorsanız bunu indirin)
https://www.nexusmods.com/dragonage2/mods/2906
witcher 3 ciri yennefer outfit: https://www.nexusmods.com/dragonage2/mods/4278

23 Eylül 2023 Cumartesi

Beklediğim Oyunlar #1 | OBSCURA

Haro everynyan! Ne zamandır aklımda olan bir serinin ilk yazısını resmen yazmış bulunmaktayım. Beklediğim oyunların (varsa) demolarını oynayıp tanıtacağım bu serideki ilk oyunumuz, 2022'de Itch.io gezilerimden birinde denk geldiğim Rotten Raccoons stüdyosuna ait büyük bir heyecanla beklediğim Obscura. Rotten Raccoons'u daha öncesinde sanat stilini aşırı beğendiğim kısacık, parodi tadıyla yapılmış bir oyunuyla tanımıştım. O kadar iyiydi ki resmen tadı damağımda kaldı. (İsmi Flamebait Dating Sim Developing Games and Feelings.) Dileyenler zaman verebilir, gayet keyifliydi.
İlk demoyu oynadığımda en soldaki beyefendi yoktu, diğerlerini pek hatırlamamakla beraber platin saçlı rahibimiz Cirrus'un route'unu oynamıştım. Sanırım Cirrus ve Keir olarak sadece iki kişinin route'u vardı. 

Önce bir Itch.io'daki bilgilerle giriş yapalım, daha sonra da yeni demoyu oynadıktan sonraki düşüncelerimi aktarayım. (Çeviriler bana ait.)
/!\ Dikkat Spoiler Çıkabilir /!\

GİRİŞ


"Bir zamanlar bir hikaye duymuştum,

Dağın altında her şeyin alınıp satılabildiği bir çarşı var. Ziyaretçiler simasız yabancılar olmak için maskeler takıyor. Burası ahlaksız, dışlanmış ve çaresizlerin yuvası.

Sen de o çaresizlerden birisin.

Kendi sırları ve hırsları bulunan yabancılar sana çarşıda yolunu gösterebilir. Sana amacına ulaşman için rehberlik edecekler fakat iyi niyetlerine güvenme."

KARAKTERLER

(Blog hizmeti devam ediyor bakın sizin için o kadar resim editledim!11!1!bir!!)


Oyun uyarıları: İnsan kaçakçılığı, sağlıksız ilişki dinamikleri, dini temalar, uyuşturucu, alkol ve şiddet öne çıkanlardan. Geri kalan uyarıları oyunun başında görebilirsiniz. Hayali eserlerde benzer temalar beni etkilemediği için aksine bu tarz oyunları daha ilgi çekici buluyorum. (Gerçek hayatla karıştırılmamalı!)

Route'lara dalmadan önce şipşak oyun hakkında bilgi vereyim. Engin Latince bilgilerimi kullanarak çevirmiş olduğum (lmao) "parçalanmış ruh" diyebileceğimiz fractum anima isimli sinsice öldüren bir hastalığa sahip olan ana karakterimiz, bu illete çare olabilecek tek şey olan "lunar ichor" (ay tanrısı kanı) bulmak için dağın altına kurulmuş bir çarşıya geliyor. Tabii ki bulabiliyor mu? Hayır. Beklemesi gerekecek. Beklerken de birbirinden çekici dört gizemli beyefendiyle zaman geçirmek zorunda (Ooh atın ölümü arpadan olsun.).





İsminizi, maskenizi ve zamirlerinizi seçerek oyuna başlıyorsunuz.
Keir

İlk route olarak Keir'i seçtim, kendisi yukarıda da görebileceğiniz gibi bir hırsız. Mouse Hole isimli mahallelerindeki kader kardeşleriyle yaşayan Keir, bana kalırsa gayet kolay anlaşılabilen biri. Keir'den Cirrus'un aksine gözüktüğü gibi olan bir insan izlenimi aldım. Seçeneklerinize göre biraz daha atarlı giderli veya sakin konuşabiliyorsunuz. Ben duruma daha uygun olduğunu düşünerek Keir'le atarlı konuştum; hem karakterimizin cevapları hem de karşıdan aldığımız geri dönüş tam kıvamında yazılmıştı. Bazı oyunlarda atarlı seçenekler yeterince atarlı olmuyor veya çok aşırıya kaçıp saçma yerlere gidiyor. Hani oyunlarda diyalog seçersiniz ama seçtiğinizden apayrı bir şey söyler ya, aynı onun gibi (Dragon Age II tam olarak böyle asdfghjk buna incelemesinde değineceğim.). 

Keir'le olan karşılaşmamız kendisinin gardiyanlardan kaçarken bizi de yanına katmasıyla başlıyor. Mouse Hole'a geldikten sonra bize güvenmediği için bizi bırakmak yerine o ve arkadaşlarıyla çalışmamızı teklif ediyor (Daha doğrusu zorunda bırakıyor.). Biz de karşılığında para yerine ay tanrısı kanını çalmasını istiyoruz, o da "oke poke" diyor ve anlaşıyoruz.
"Bitti mi?"
"Bana şantaj yapıyorsun, bir de sakın patronluk taslayayım deme." (evet "fucking" is omitted here ¯\_(ツ)_/¯)
Bu anlaşmanın en iyi yanı tüm bu serüven boyunca Keir'le kalacak olmamız. Bizi kendi evine alıyor ve bir de oda veriyor. Buradan tam sürümde çok güzel "uyurken sevdiceğini izleme" klişesi bekliyorum, olmazsa üzülürüm.
"Güzel. Sana da bir oda bulduk. Benimle kalacaksın."
"İçeri girdim. Tahmin edebileceği üzere küçük ve kalabalıktı. Fakat Keir ön kapının yanındaki lambayı yakınca içerisinin rahatça düzenlenmiş bir mekan olduğunu görebildim."

İlk işimiz mezatçı bir müşterinin istediği malı başka bir mezatçıdan çalmak. Bunun için çarşının ham yakut duvarlarla ayrılan daha elit kesimine geçmemiz gerekiyor. Herkes zengin kostümlerini giydikten sonra biz de gözetmen olarak ücra sokaklardan birinde beklemeye başlıyoruz. Bundan sonrası quick time event'larda ne kadar başarılı olduğunuzla alakalı, fakat kendiniz oynayıp görmeniz için çok da detaya girmiyorum (Ayarlardan kapatılabilir.) Sonrası görevde başarılı veya başarısız olmanıza bağlı olarak gelen bir ekran ve demonun şimdilik buraya kadar olduğu.
Keir'den biraz Doberman olmaya çalışan Golden Retriever enerjisi aldım, yenur severiz. Nedense içlerinden en masumu oymuş gibime geliyor. Bronz Prens'in bile bu kadar normal olduğunu düşünmüyorum, herkesten her şeyi beklerim Keir'den beklemem. x_x

Sonraki route Bronz Prens'imiz Francesco idi. Keir'de "best end" almama rağmen Francesco'da ancak neutral end alabildim ama pek de bir önemi yok. :p
"Oldukça güzel..." doğru dedin bacım.
"Beklenmedik bir kızarıklık yüzünde narin parmaklarıyla benimkileri tutarken belirdi. Elimi ters çevirip nazikçe öptüğünü fark edene kadar çoktan geri çekilmişti."

Keir'e Doberman görünümlü Golden Retriever demiştim ya? Aha Francesco da Golden Retriever görünümlü bir Doberman bence. Bu çocuktan biraz Heath (RE:H ona da bir gün değineceğiz...) havası aldım. MC'ye direkt düşen karakterlerdendi Heath, bu abimizden de aynı enerjiyi aldım. Kendisi agresif bir sub'a benziyor ama, oynayıp göreceğiz...
"Inquisitively" derken çocuğun kıyafeti nasıl da Inquisition'ın kıyafetlerine benziyor... Don't be suspicious donnn'tt bee suspiciouusss.
Francesco, zengin ve kısıtlayıcı bir aileden geldiği için kafasındaki çoğu mad moy aktivitelerini gerçekleştirememiş ve tüm bu çılgınlıkları yapmak için dağ altındaki çarşıya gelmiş. Erkek çocuğu da olunca zamanı gelince ailenin başına geçmesi gerekiyor. Kardeşleri var mı henüz bilmiyoruz ama peşinde korumaları olduğuna göre evin en büyük çocuğu olduğu kesin. MC'nin dediğine göre dağ altında genelde kimse kendi ismini kullanmıyormuş, bu yüzden önce Francesco gerçekten gerçek adını mı söyledi, diye bir şüpheye düşmüyor değil. Lan sence bu tipte yalan söyleme kapasitesi var mı aq? asdfghjkl. Yine de bir işler çeviriyor bu ya, neyse. 
"Bundan sonra etrafta insanlar olduğunda sana Flynn diyeceğim."

Kızımız çok düşünceli olduğu için Francesco'nun kimliğini koruması gerektiğini söyleyerek ona bir rumuz buluyor. Bu rumuzu biz yazabiliyoruz, ben de -alakasız olacak ama- bana Flynn Rider'ı andırdığı için Flynn ismini verdim. Tabii gerçek adından çok uzak da olmasın istemiş olabilirim, sonra bağ kurması zor oluyor. Gidip de Francesco'ya Markus diyemem yani. 

İpini koparıp özgürlüğün tadını çıkarmaya çalışan Doberman'ımız bize "Hadi gel de diskoya gidek ow ye!" diyor. Meğerse buralarda yer altı dans partileri veren Mosaic Club isimli bir yer varmış. Biz nerden biliyoruz hiçbir fikrim yok, yani geleli kaç gün oldu sonuçta ama Francesco'ya oradaki partilerin normal dans aktivitesi olmadığını, ortama gaz saldıklarını söylüyoruz. Evet ciddi ciddi gaz veriyor adamlar. Yürü be kim tutar seni agsfkjaf.

Francesco tabii ki dinlemeyip gidek gidek gidek diye adamın kafasını ütüledikten sonra kabul ediyoruz. Ama kıyafetsiz olmaz tabii ki! Terziye gidip üzerimize uygun bir elbise diktiriyoruz (Francesco ödüyor. Kral be.) Kendisinin bizi görünce nutku tutuluyor. Zaten dünden hevesli, salıversek üstümüze atılacak.
"Eski kıyafetimi çantama tıkıştırdıktan sonra olduğu yerde kalakalmış ve dudakları neredeyse titreyen Francesco'ya doğru ilerledim." Tutmayın küçük enişteyi.

Kulübe geldiğimizde Francesco adeta büyülenmiş gibi heyecandan zıplıyor resmen. Biz de aynen şu şekilde onu sakinleştirmeye çalışıyoruz:

Bir süre sonra biz de o da dansa kapılıp kendi çapımızda eğlenmeye başlıyoruz. Sonrasında bu afeti gören kızlar ve gacılar çocuğun etrafını adeta açık havada kıymalı pide tespit eden etçil arılar gibi sarıyor. Seçeneklerinizde Franceso'ya karşı olan tutumunuzu açık edebilirsiniz, ben yelkenler fora yürüdüm, sonucunda da kızım çocuğu kıskanmaya başladı. Kendi deyimiyle hiç yapmadığı bir şey yaparak bu etçil arı kovanını Francesco'nun etrafından "Çekilin uleyyyn çocuk benim!" diyerek dağıtıyor.
"Ellerinizi çocuğun üzerinden çekin."

Bu hareketimize şaşıran ama içten içe de hoşuna giden Francesco, yeni gelin edasıyla kızarıp bozarıyor ve "Ama... Ben senin değilim..." diyor. Bunu bizden tekrar duymak için söylediğine yemin edebilirim ama kanıtlayamam. Biz de "Evet sen özgür bir insansın." diyoruz. Lan kızım bu kadar öküz olma. Çocuk sence o yüzden mi dedi???

HER NEYSE. Gaz veriyor adamlar demiştim ya, heh. Salıveriyorlar gazı gidiyor. Bizimkilerde bir kalp çarpıntısı, baş dönmesi, ateş basması ve kulaklarda uğultu oluyor. Arada böyle saflığım tutar, ulan acaba bayıltıcı gaz mı verdiler dedim. Ne bayıltması, uçuşa geçirecek gaz vermişler ayol. FBI OPEN UP! 
Anaaam, Eyes Wide Shut'a döndü ortalık, kaç kaç kaç!

Bir öpücük atmamıza bakan Francesco tabiri caizse hepten kafayı sıyırıyor, libido kapakları tamamen açılmadan ve iş "How I Met Your Mother"a dönmeden önce herkes herkesin üstündeyken karakterimiz kafasını sağlam tutmaya çabalayıp oğlanı da alıp gitmeye yelteniyor ama bir bakıyoruz ki cüzdan yok! Francesco bize gömülürken arkayı açıkta bırakınca sinsi bebelerden biri gelip çocuğun tüm hayat güvencesini kapıp gidiyor. Bulabilmek için biraz uğraştım, her seçtiğim seçenekte bad ending aldım, en sonunda doğru kombinasyonu bulup Francesco'nun altın kesesini geri aldım (O yüzden de best ending almak için bir daha uğraşmadım.).

Yakamızı bu mekandan kurtardıktan sonra Francesco'yla tekrar ertesi gün başka bir macerada buluşmak üzere sözleşiyoruz. Francesco seke seke giderken biz de "Ulan ben buraya ne için gelmiştim yea?" edalarıyla kaldığımız hana dönüyoruz.
Eveeet, şimdi geldik benim en başta bu oyunu oynamama sebep olan yarime: Cirrus. Kendisi bence tam bir it, ama en azından benim itim. Madem Keir ve Francesco'ya köpek ırkı buldum, buna da bulmam lazım *sad noises*. Aklıma gelirse belki ilerleyen bölümlerde yazarım, çünkü bu kadar sinsi bir köpek ırkı olduğunu sanmıyorum lolz.

Keir'le tanışmamıza neden olan kovalamacaya hiç bulaşmayıp direkt kiliseye sığınırsak Cirrus ile karşılaşmış bulunuyoruz.
"Şey, teşekkürler Peder."

asjfhakjsfjkasd kusura bakmayın yapmak zorundaydım

Dışarıdaki karmaşadan kiliseye sığınıp sığınamayacağımızı sorduğumuzda Cirrus tabii ki de buraya sığınabileceğimizi söylüyor. Ay tanrısının rahip/rahibeleri tüm inananlara "yıldız" olarak sesleniyor, bunu bilmesine rağmen kızımızın hoşuna gidiyor. (Yani, söyleyen Cirrus olunca...)
"Sen biraz alışılmadık bir rahipsin, değil mi?"
Bakın bunun Türkçe meali "sen biraz manyağa benziy10 reis"dir. Haksız deil xd xd :(

E, madem geldin elin boş durmasın, diyerek bizi yanına çağırıyor ve beraber sunakta mum yakıyoruz. Bu sırada Cirrus'a soru bombardımanı yapınca o da haliyle  "Cevap vermeden cevap istiyorsun." diyor ve biz de çarşıda gerekli olan anonimlik kartını çekiyoruz. Cirrus'un anonimlik hakkındaki görüşüyse şöyle:
"Bazen bilinmez olarak kalmaya olan kararlılığımız, sonunda çöküşümüze vesile olur."
Çıkar maskeni o gül yüzünü göreyim, diyorsun yani?

Biraz gerilince "Ehehe neyse, anam babam evde beni bekler ocakta yemeğim var daha çamaşır asıp karpuz kesecektim gideyim ben." diyor ve sıvışıyoruz. Cirrus bu sırada bizden adımızı öğreniyor ve bir dahaki sefere öyle sesleneceğini belirtiyor. Hana gidip uyuduktan sonra ertesi gün ay tanrısı kanı aradığımız için tabii ki ay tanrısının kilisesine geri gidiyoruz. Çok mantıklı 10/10 plan, stratejik zeka desen var.
Cirrus saç bakım rutinini paylaş. Cirrus saç buklesi anlamına da geliyormuş.

İçeri girdiğimizde Cirrus'un maskesini çıkarmış bir kadına bir çeşit ayin uyguladığını görüyoruz. Şimdi burada iki seçenek var, ayinle ilgilenebilir veya bana ne diyebilirsiniz. Ben önce bana ne diyerek pek de ilgilenmediğimi Cirrus'a söyledim (olm kesin bad end alcm).

Cirrus'a ay tanrısı kanı aradığımızı söyleyince ortam buz kesiyor, ve neden böyle değerli bir şey aradığımızı merak ediyor. Gö- ee yüzüme sürcem ondan. 
"Ah... Anladım." ne gülüyon ln oç ölüyoz burda!1!1!1!!

Adamın fractum anima'dan haberi var tabii ki. Daha önce karşılaşmış, öyle olunca bizde de minik bir umut beliriyor. Ay tanrısı kanı haricinde başka bir yolu daha olduğunu söylüyor. İnanmıyoruz tabii.
"Ben o kadar emin olmazdım. Ay Tanrısı cömert ve mükemmel bir ilahtır."
"Titriyorsun."
Allah'ım bir yerden kırbaç çıkacak şimdi valla çok korkuyorum mom come pick me up I'm scared.
"Tedaviye henüz sahip değilim, fakat sana yardım etmek istiyorum. Ne kadar ışıldadığını ve bunu aşmayı istediğini görüyorum. Hayata karşı böyle bir susamışlığa yüzümü çeviremem."
Allah razı olsun büyük adamsın, sağ ol...
???? HOAYYDAAAAA

Cirrus efendi diyor ki, tanrı kanını şimdi öyle alamayız, zamanında Nexus isminde bir adam alıp analiz ettiydi onun notlarını bulabilirsek içeriği değiştirir yine aynı iyileştirici güce sahip bir iksir yapabiliriz. Nerden bildiğini sorduğumuzda Nexus efendinin bir zamanlar bu kilisedeki başka bir rahip olduğunu öğreniyoruz. Cirrus, "Bugün git, yarın yine gel." diyor. Ay tanrısına dua etmeden de salmıyor. Ertesi gün tıpış tıpış tekrar gidiyoruz...

Ertesi gün içeri girip beklemeye başlıyoruz. On, yirmi, otuz dakika derken baktık gelen giden yok, biraz gezinmeye başlıyoruz ve sesler duyuyoruz. Evet psikopatlığın sesi bildiniz ding ding ding ding! İçerde Cirrus abimiz birine vuruyor, sonra da üzgün olduğunu kanıtlaması için seremoni hançeri veriyor. Bir süre sonra bizi de görüyor. "OCAKTA YEMEĞİM VAR ANAM BABAM MERAK E-" "Hiçbir yere gidemezsin." zort.
"Sanırım gitmeliyim."
"Olduğun yerde kal."

Bir de kapıyı kilitlemez mi... Haydi buyurun. 
"Sana biraz terbiye vereceğim. Önemli konuşmaları gizlice dinlemek çok, çok ayıp."

Bundan sonrası artık özgür irade illüzyonlarıyla dolu. Yani, seve seve başına gelecek olan şey gelecek, kaçış yok. Ben zor yolu seçtim, direndim ama sonuç değişmedi. Cirrus zorla insanın hislerini kuvvetlendiren bir iksir içiriyor ve tenimizdeki en ufak dokunuşu bile bin katıyla hissediyoruz. Yere pirinç döküp üstüne diz çökmememizi istiyor ve haliyle o pirinçler iksirin etkisiyle iğne gibi batıyor. Sonra ne dese beğenirsiniz? "Sen mi vurursun ben mi vurayım?" 
Ama ben dedim size bir yerden kırbaç çıkacak diye...

Günahlardan arınmadan sonra bu konu hakkında nasıl hissettiğinizi seçebiliyorsunuz, açıkçası bu bdsm işleri pek benlik değil. Ben orda olsam Cirrus'la güreşirdim herhalde. Kızımız tedavi için mecbur dişini sıkıp katlanacağını söylüyor. Daha sonra Cirrus bizimle ilgilenmeye başlıyor ve "Aftercare lazım mı abla?" diyor. Oh ne güzel. Ağzına sıç sıç sonra aftercare. Valla döverim ben bu çocuğu... 

Bu arada, atarlı seçenekler seçtiğim için worst ending aldım ama ne olduğunu söyleyip de sürprizi bozmayacağım. Şimdi geri dönüp itaatkar olma vakti.
"Acı seni derinden temizleyecek... baştan aşağıya."

Ve böylelikle en iyi sonu alarak demoyu sonlandırıyoruz. Bu manyaktan çekeceğimiz var...
Açılın, mekanın sahibi geldi! Tavernanın sahibi zengin tüccar Oleander ile tanışın. Kendisine isim takılmasından hoşlanmıyor, ya Oleander diyeceksiniz ya da bu diyardan gideceksiniz! MC'nin lakap takacağı o kadar belli ki...
"Ben Oleander. Keyfini çıkardığın yemek ve müzik bana ait. Bir şey değil."

Mekanın sahibi olarak tabii ki ilgi çeken Oleander müşterileri etrafına toplamış gülüşüyorlar. Biz de sessizce yanaşıp onlara katılınca Oleander bize de sataşıyor ve biz de ağzının payını veriyoruz. O da bizi ilgi ırıspılığıyla suçluyor. Karakterlerimiz birbirleriyle agresifçe flörtleşirken Oleander arkadan bize sarılıyor ve kılıçlı ablanın onayından geçtikten sonra yanına gelebileceğimizi söylüyor. Biz de gidiyoruz tabii. Yine şakalar komikliklerden sonra  ay tanrısı kanı istediğimizi söylüyoruz. 
"Dur tahmin edeyim. Etrafta gezindin ve kimse kanı satmıyor. Daha da kötüsü, fiyatını asla karşılayamazsın zaten."

Biz de kanı bulması karşılığında onun için çalışabileceğimizi söylüyoruz. Oleander buna karşılık "Ben kaçakçıyım aga bu dağa benden izinsiz kimse girip çıkamaz, kanı bulmadaki en iyi seçeneğin benim." diyor ve bir asistana ihtiyacı olduğunu söylüyor, biz de kabul ediyoruz. Karizmatik Patronum ve Ben (Sekreteri) Wattpad'de okuyabilirsiniz!!!
"Egom senin sayende şımarık bir köpek kadar kocaman ve mutlu."

Oleander'ın övgüye bağımlı bir arkadaş olduğunu görmek zor değil. Karizmatik, zengin ve yakışıklı daha ne olsun Nescafe üçü bir arada valla. İlk işimiz için şıkır şıkır bir kafeye gidiyoruz ve bir de ne görelim, Keir'in route'undan da tanıyacağımız Griff isimli hırsız da burada. Hani bir mezatçıdan çalınacak mal vardı ya? Heh işte o işi Keir'e meğerse Oleander vermiş. Bakalım diğer oğlanlarla da bir şekilde olaylar bağlanacak mı tam oyunda merakla bekliyoruz.
"Bilerek yavaşça eğildi. Gözlerini tam olarak göremiyorum ama kekin etrafında ağzını kapatırken direkt bana baktığı hissini üzerimden atamıyorum."

Kafeye gelmişiz bir şeyler yemeyelim mi? Oleander çay, ben ise kek söyledim. "Azıcık ucundan ver." dediğinde kabul ederseniz ellerinizle yedirebiliyorsunuz. O da bize çayından veriyor tabii ki. 
Arkadaşlar valla Keir hariç herkes contayı yakmış burada bu ne libido aga, biri adam kamçılar öbürü tarikat balosuna gider diğeri çatal-kaşık yalar... Neyse dewamke.

Kafeden çıkıp yollarımızı ayırdıktan sonra hana bizim adımıza bir mektup geliyor. Gönderen tabii ki Oleander. Arkadaşlarından birinin bir parti verdiğini ve mektupta yazan işleri akşam yedi olmadan önce halledip partiye gelmemizi söylüyor.
Ay yine mi ya... Gaz vermeseler bari.

Oleander'ın bize verdiği görevler arasında tabii ki kendimize elbise almak da var. Giyinip Oleander'a hava attıktan sonra kolumuza takıp mekana gidiyoruz. 

Francesco'yu saran etçil arılar burada da mevcut. Kendimizi bu elit çevreye tanıttıktan sonra etrafta dolanıyoruz. Oleander'ın bu gece bizden tek bir isteği var o da ağzımıza bir yudum bile içki sürmemek. Ben de buna uydum ve sadece tıkındım XD. Köşeye çekilmiş tıkınırken birilerinin "gümüş tozu" -bir çeşit uyuşturucu- hakkında konuştuğunu duyup kulak kabartıyoruz. Bilgiyi aldıktan sonra yanımıza Adonis isimli biri gelip bizimle bayağı bir ilgileniyor. Geri çevirebilirsiniz, ama ben arkadaşça davranıp kartını aldım. Oleander'a gösterdiğimde Adonis'in bir rakip olduğunu da öğrenmiş oldum. Birkaç kez daha farklı karakterler tarafından içki sunuluyor, her seferinde reddettim. Zehirli olduğu belli. 

"Buradakilere nasıl dans edildiğini öğretelim." diyen Oleander'ı geri çevirmek tabii ki olmaz. Bu dansla beraber Oleander'a daha da yakınlaşıyoruz, herkes bulduğu yeri tutuyor eheheh. Yalnız bu oyunun CG'leri bayağı iyi, çok beğendim.
"Biliyor musun, minnettar olmalısın. Ben olsaydım seni oldukça yavaş öldürürdüm." Eyes Wide Shut'tan sonra Assassin's Creed sizlerle asjfhajkg.

Partinin sahibi Valentine beyefendiyi Hakk'a kavuşturduktan sonra Oleander da aynı Cirrus gibi "Bundan sonra bana tabisin ehuehuhe." diyor ve böylelikle neutral ending almış bulunuyorum. Best ending nasıldır bilmem ama bulmasını ve tadını çıkarmasını size bırakıyorum. 
Toparlamam gerekirse gerek karakterleri olsun, gerek hikayesi olsun Obscura uzun zaman boyunca etkisinden çıkamayacağım oyunlardan birine benziyor. Eğer sağlam yazılırsa RE:H'in kalbimdeki yerini Obscura ile paylaşması gerekebilir.
Gerek sanat tasarımı olsun, gerek CG'leri gerekse müzikleri olsun, kısa süreli bir demoda bile insanı içine çeken ve bitince insanı boşluğa atan bir yapım Obscura. Takipteyiz Rotten Raccoons! (Türkçeye çevirmek için tercüman ararsanız buradayım heheh ;))

Evet bir yazının daha sonuna geldik. Buraya kadar vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim. Obscura, Twin Coves'dan sonra 2023 için sabırsızlıkla beklediğim oyunlardan biriydi. Sonra Twin Coves'un 2024 sonuna ertelendiğini öğrenip bir yıkılmadım değil ama ne yapalım, oyun kaliteli olsun da. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.