Gece İzlemelik Oyun #2 | Outlast & Whistleblower DLC

İnsanlar garip canlılar. Kendilerini eğlendirmenin değişik yöntemlerini buluyorlar. Kimi kolezyumda aslanların gladyatörleri parçalamasını i...

29 Ağustos 2023 Salı

Güney Kore'de Küçük Yaşam Alanları: Goshiwonlar

Belgesel izlemeyi seven bir insanım, ama öyle hepimizin "belgesel" denince aklına gelen National Geographic tarzı belgeselleri değil. Onları çocukken zamanında çok izledim, hala yaptıkları bazı yapımlar hoşuma gidiyor orası ayrı, (2021'de başlattıkları Mısır serisi gibi, tam da benim AC: Origins oynama zamanlarıma denk gelmişti. ( ͡° ͜ʖ ͡°)) benim bahsettiklerim genelde Youtube'da yayınlanan ve çoğunlukla Asya ülkelerinde olup bitenlerle alakalı olanlar. Neden derseniz, sanırım şu "romantikleştirme" hastalığına ben de yakalanmış olabilirim. Ders çalışmayı romantize et, depresyonu romantize et, ne bileyim kültürleri romantize et gibi. Tabii davulun sesi uzaktan hoş gelir. En son izlediğim belgesellerden biri Güney Kore'de düşük gelirli insanların yaşamak zorunda olduğu goshiwonlara değiniyordu. Yazının en sonunda belgeseli bulabilirsiniz. Haydi biraz goshiwon (Veya gosiwon.) neymiş göz atalım.

 

Üniversite öğrencilerinin de tercih edebildiği gibi, düşük gelirli insanlar da Goshiwonlarda yaşamayı seçiyor. (image credit to Korea Times )

Goshiwonlar, kısaca bir insanın yaşaması için temel gereçleri bulunduran küçük odalardır denebilir. Bazılarının içinde kendine ait banyosu olabilirken, mutfak ve banyo gibi alanlar çoğunlukla ortaklaşa kullanılır. Başlangıçta öğrenciler için "apart" şeklinde düşünülmüşse de, goshiwonlar zamanla daha genel bir kesimin barınma ihtiyacını karşılar olmuş. Seoul Inspired'a göre, goshiwonlar kısıtlı bütçeyle seyahat eden turistler için de güzel bir seçenek.

Korea Times'a göre tanımı: Goshiwon, Güney Kore'de ilk olarak 1970'lerin sonunda çoğunlukla Seul'deki üniversitelerin civarında ortaya çıkmış kendine has bir "yurt tipi" tek kişilik barınma yeridir. Bu tesisler avukat veya üst düzey hükümet yetkilisi olmak için devlet tarafından yapılan sınavlara hazırlanan öğrencilere boyutları 3 ila 6 metrekare olarak değişen ucuz konaklama imkanı sunmuştur.

Bana kalırsa Seoul Inspired biraz hayal dünyasında yaşayarak goshiwonları övmeye çalışıyor, "Bak ucuz işte, mis gibi ne güzel, ne duruyorsun sen de Goshiwonlarda yaşa!" gibi bir durum söz konusu. En azından ben makalelerini okurken böyle hissettim. "Evler neden bu kadar pahalı aga, bu insanlar neden ev sahibi olamıyor?" sorusunu cevaplayacaklarına bir güzelleme peşindeler. (Allah Allah, tanıdık geldi.)
Bence de goshiwonlar öğrenci odaklı olarak güzel bir proje. Adam zaten günün çoğunu okulda geçirecek, dersten sonra ya arkadaşlarıyla gezecek ya da yine Güney Kore'de oldukça yaygın olan çalışma kafelerinden birine gidip orada takılacak. Gün bittiğinde goshiwonuna gelip güzelce belki yemeğini yiyecek, belki biraz film izleyecek sonra da uyuyacak. Fakat sürekli orada yaşama zorunluluğu olan insanlar için bence goshiwonlar oldukça boğucu, kasvetli ve kısıtlayıcılar...

Image credit to Bonbonpich on Tumblr

Image credit to Goshipages

Goshiwonların yapı malzemesi çoğunlukla ahşap ve alçıpanlardır. Bu da haliyle mahremiyetin sıfıra yakın olması demek. Yan odada -hatta belki de birkaç oda ötede- kalan komşularınızın seslerini kendi odanızdaymış gibi duyabilmeniz işten bile değil. Yangın tehlikesinin yüksek olduğunu da söylemek lazım, Kasım 2018'de Seul'ün Jongno bölgesinde çıkan bir yangında genç bir adam hayatını kaybetmiş. Babası yapılan bir röportajda oğlunun yaklaşık sekiz yıldır Seul'de yaşadığını ve yeterince para biriktirdikten sonra bir apartmana taşınacağını fakat bunun maalesef gerçekleşemediğini söylemiş.

2020'de yazılan bir makaleye göre Seul Büyükşehir Belediyesi goshiwonlar için belli standartlar getirmeye başlamış. Örneğin her odanın en az 7 metrekare, banyolu odalarınsa 10 metrekare olması şartı konmuş. Kiralara gelirsek ortalama 50.000 Won olduğunu söyleyebiliriz. Ortalama Güney Kore maaşına baktığımda 3.890.000 Won olduğunu gördüm, ortalama düşük gelir ise 2021 yılına göre 914.000 Won'muş. 2023 yılında saatlik olarak en düşük maaşı 9.620 Won'a yükseltmişler, tabii ki kim ne kadar kaç saat çalışıyor bilemiyorum. Her insanın düzenli bir işi olmadığını da düşünürsek ortalama rakamlarla gitmemiz gerekiyor. Fiyat karşılaştırması için bir somun beyaz ekmeğin (933 Won) ve 150 gr etin (6.541 Won) fiyatına da baktım. Goshiwonların büyük bir çoğunluğunun Seul'de olduğunu göz önünde bulundurarak bir de Seul kiralarına bakalım. 2023 verilerine göre 674.400 Won ile 1.348.800 Won arasında kiralar oynuyor.

Gördüğünüz üzere goshiwonlar Seul'de yaşamak isteyen veya zorunda olan insanlar için adeta imdada koşuyor. İyi bir iş bulup kendini geliştirip eve çıkanlar için güzel geçici bir çözüm olsa da, yaşlılar, engelliler ve gerek eğitim, gerek yetiştiriliş tarzı, gerekse çevresi yüzünden tam potansiyeline ulaşamamış, bir nevi "sıkışmış" ve ilerleyemeyen insanlar için boğucu bir seçenek. Evsiz kalmaktan iyidir tabii ama, aynı deyimin de dediği gibi, duvarlar insanın üstüne üstüne geliyor.


Bahsettiğim belgesel.


Kaynakça:

18 Ağustos 2023 Cuma

Her Detayını Bilmeden Bir Şeyleri Sevmek

Bugünkü blog yazısı biraz kişisel olacak -ve uzun-. Hem artık bu "korku"dan sıyrılmak hem de benim gibi düşünen insanlar varsa onları da casaretlendirmek için yazıyorum bu yazıyı. 


Her insanın özel bir ilgi alanı; merak ettiği ve bakmaktan, sevmekten zevk aldığı bir şeyler mutlaka vardır. Kimisi için bu resim çizmektir, kimisi için mitolojilerdir, kimisi için arabalardır. Çoğu zaman bu tutkularımız hakkında "her şeyi" bilmediğimiz için insanlara bu ilgimizi açmaktan ve hakkında konuşmaktan çekiniriz. En azından ben öyleydim.

Bunun artık değişmesi gerektiğine karar verdim ve değiştiriyorum da. Kısa bir yolculuk olmadı; öyle bir gecede karar vermedim (verilebilir aslında ama benim gel-gitli karakterim yüzünden bu süreç sancılı oluyor). Dedim ki kendime; bu tutkularını saklayarak yalnızca kendine zarar vereceksin, insanlar ne der ne düşünür diye sevdiğin şeyleri kucaklayamayacaksın; hatta hakkında iki çift laf edemeyeceksin. Bu böyle gitmez, gitmemeli de.

Burada her tutkumu, her ilgi alanımı sayıp dökmeyeceğim; hem uzun sürer hem de bunu ileride çeşitli blog yazıları yazarak göstermeyi zaten planlıyorum. Fakat en büyük tutkumu açıklayabilirim: Arabalar. Küçük yaştan beri beni yarışa ve arabalara çeken bir şeyler vardı. Barbie bebekler (Barbie bebekleri hala seviyorum, feminen yanına savaş açmış bir insan değilim) yanında oyuncak araba da isterdim, ikisinden birini seçmek zorundaysam arabayı seçerdim. Hatta ilk doğum günü (bir veya iki yaşındaydım) hediyelerimden biri halamın bana aldığı yeşil Porsche oyuncak arabaydı. Tüm dünyayı birbirine bağlayan internetle tanışma yaşıma kadar arabalarla alakam oyuncaklar ve sokaktakilerle sınırlıydı.



Yıllardan 2005, kış ayları. Babam bilgisayarda oyun oynuyor, izlemek için yanına gidiyorum. Tüplü monitörde birileri anlamadığım bir dilde bir şeyler söylüyorlar (İngilizce 💀), etrafta fiyakalı arabalar var, hava sepyamsı ve bulutlu. Bu atmosfer beş yaşındaki bu minik veledin ilgisini çekti ve büyülenmiş gibi izlemeye başladı. Evet, Need For Speed serisiyle tanışmam bu vesileyle olmuştu. İlk kez sokak yarışı konseptiyle tanışmam, ilk kez alternatif rock ve metal müzik tarzını duymam, "modifiye" kelimesini öğrenmem hep MW'05 ile gerçekleşmişti. Birkaç temel diyeceğimiz "core" anı haricinde bu periyodu pek fazla hatırlamıyorum (beş yaşındaydım kardeşm napalım).


Fakat ilerleyen yıllarda bir-iki sene NFSMW babamın bilgisayarında yüklü durdu. Sebeplerden biri babamın pek yarış oyunu sevmemesi, başka oyunlara dadanması (2006-2007 Tomb Raider'ın yeniden şahlandığı dönemlerden biriydi bilirsiniz) ile beraber NFSMW sessiz sessiz köşede durur ve ben her Oyunlar1Oyun veya Kraloyun'a girmek için Explorer'ı açmadan önce şöyle bir bakışırdık fakat babamın save'ini silmekten korktuğum için cesaret edip de oyuna giremezdim (bruh, İngilizce bilmeyince böyle oluyor). Sonra bir gün dayanamayıp babama nfs oynamak istediğimi söyledim ve o da bana yeni save nasıl açılır onu gösterdi ve böylece "yarış dünyası"na ilk adımımı atmış oldum. 


Hatta babamın save'ine arada girer bakardım ve çok ilerde sanırdım. Big Lou'nun Mitsubishi Eclipse'ini pink slip kazanarak almıştı. O kaplanlı vinil bana çok havalı gelirdi. Halbuki daha sadece Blacklist 11'deymiş 💀. "Senin save'inde oynayayım mı?" dediğim zaman hayır elleme, derdi ama o save orada kaldı gitti asdfghjk.


Bir insanı sebepsiz yere seversiniz ya, en son hoşlandığınız kişiyi düşünün. Neden hoşlanıyorsunuz? Çünkü. Çünkü hoşlanıyorsunuz bu kadar basit. Bir açıklaması yok. İşte araba tutkusu da benim için böyle. Daha önce yarışa mı gittim? Hayır. (Gider mi Anadolu çocuğu...) Yarış arabası mı sürdüm? Hayır. Hayatımda kaç kez araba sürdüm? Bir kere. Ama seviyor muyum? Evet, hem de delicesine. 

Benden araba tamircisi aha böyle olur.

Bana "arabanın şu parçasını göster" deyin, gösteremem. "Tamir et" deyin, edemem. Genel prensipleri dışında bana arabalarla alakalı bir şey sorun, bilemem. Ama bu sevmeme, içimdeki alevi beslemeye bir engel değil. İnsanı etkileyen faktörler vardır bunun en büyüğü de çevre. Hani hep deriz ya "coğrafya kaderdir". Aslında öğrenilmiş çaresizlikten nefret ederim fakat burada sadece olanı söylüyorum. Bir kız çocuğuydum, tamirhaneye veya sananiye gitmedim. Araba tamir etmemi gerektirecek bir durum olmadı. Elimin altında açıp da kurcalayacak bir araba yoktu, bu yüzden internetten okusam bile aklımda teknik bilgiler kalmıyordu. (Ulan Sokrates, hani her şeyi biliyorduk lan!11!111bir!!) Hep lisede -veya üniversitede- erkek arkadaşlarımın sohbetlerini dinler "lan nasıl bu kadar şey biliyorlar ameke" der içten içe kıskanırdım. 


Ortaokul yıllarımda da bu takıntım devam etti. İsmim Yağmur olduğu için yabancı forumlarda kendimi hep "Rain" olarak tanıtırdım. Sonra yine ortaokul yıllarımda Hannibal Lecter ile tanışmamla beraber (askerlik arkadaşım sdfghjk) onun soyadını da benimsedim ve kendi alter egomu yarattım: Rain Lecter. Bu alter ego hayallerini yaşıyordu, bir sokak yarışçısıydı ve arabalar en büyük tutkusuydu. 2012-2014 yılları arasında (kesin tarih hatırlamıyorum) bilmem kaçıncı kez NFSMW'05'e tekrar başlarken alias kısmında uzun uzun durdum ve en sonunda "Skinny" yazmaya karar verdim (Static-X'in şarkısı Skinnyman'den esinlenerek). Böylece adımı da bulmuştum (did someone called maladaptive daydreaming). Hala kullanıyorum bu arada, pişman değilim XD.

Ergenliğimin tavan olduğu yıllarda -2015 ve 2017 arası- deli gibi, deli gibi araba modellerini ezberlerdim. Farından, arka kasasından modelini şak diye söylerdim, yılını, hangi motoru olduğunu falan bilirdim. Yine de her arabayı bilmek mümkün değil tabii. İngilizce mütercim tercüman olarak İngilizce biliyor muyum, evet biliyorum. Fakat her alana atlayıp da hepsini çevirmeye kalkmak aptalca ve zor olur. Bir şeyi ne kadar bölersen onu kavraman o kadar zorlaşır. Bu sebeple çevirmenler bir veya iki tane uzmanlık alanı seçerler. Tıp ve hukuk ya da edebiyat ve spor çevirmenliği gibi.
O sebeple ben de daha çok muscle, egzotik ve spor arabalarla ilgileniyor, daha çok onların özelliklerini biliyordum. Sonra bu tutku beni içten içe kemirmeye başladı.

"Neden Amerika'da doğmadım? En azından yarış pilotu olmak için şansım olurdu." düşüncesi beni içten içe günden güne bitiriyordu. Neden şöyle, neden böyle değil de öyle, neden neden neden... Sonu gelmez bir girdap gibi içine çekiliyordum, buna ergenlik de eklenince sürekli bir umutsuzluk hali, sürekli bir depresyon ve sıkışmışlık hakim oluyordu ruhuma. Filmlerde geçmişinden kaçmaya çalışan başroller gibi okul çıkışında hep önümden illaki bir-iki Mustang GT, BMW E82 vs. geçerdi (İstanbul'da okudum, o yüzden lüks arabalardan kaçacak yer yoktu). Öfkelenir, hayallerimi gerçekleştiremediğim için tabiri caizse adeta kudururdum. Bir de lisede içine kapanık, pek öyle herkesle konuşmayan bir insandım. Yazımızın konusu olan "yeterince bilgisi olmadığını düşündüğü için tutkularına sahip çıkmayan" bir kız olduğum için de bunlar hakkında kimseyle konuşmayıp iyice boğuldum.


Sonra "lanet olsun kader" mottosuyla arabeske bağlayıp kaçamayacağımı bir türlü anlayamadığım bu tutkuya sırtımı çevirdim. Arabalara bakmamaya başladım, yeni çıkan modelleri öğrenmedim, okuduğum araba bloglarına girmez oldum, nfs müziklerini dinlemeyi bıraktım, oynamayı bıraktım, düşünmeyi bıraktım ve hepsi teker teker aklımdan silinmeye başladı. "Gallardo kaç saniyede 0'dan 100'e çıkıyordu?" -Ne bileyim. "Mustang GT 2015 kaç beygirdi?" -Bana ne. "Yeni NFS çıkacakmış." -Hı, iyi. "Bana bir Blacklist 15'i saysana." -Sayamam. "Tork nedir?" -Anan (ajhsbfjka tamam tamam).

Genel düşünceyi anlamışsınızdır; hayal kırıklığı ve dünyaya küsen bir genç. 

Depresif ergen aramızdan sonra yazımıza devam edeceğiz!

Üniversiteye geçmemle beraber tekrar bu duyguyu kucaklamaya karar verdim. Umudumu yitirmeyecektim. "Ne olmuş Amerika'da zengin bir bebe olarak doğmadıysam? Bu hala sevmeme engel değil ki. Olsun, ben de kendi çapımda ne yapabilirsem onu yaparım." diye düşünmeye başladım. Fakat arka planda hala içimdeki şeytanlar "Yeterince şey bilmiyorsun, konuşamazsın!" diyordu. 

Bu seferki yaklaşımım daha sivildi. Unuttuğum şeyleri yerine koymaya çalışmadım, modelleri ezberlemedim, tork nedir diye tekrar bakmadım. Daha serbest takılıyor ve nfs oynayarak içimdeki şeyi beslemeye çalışıyordum. Ortamda araba konusu açılırsa o tarafa dönüp dinleyerek katılıyordum, ama bir şey söylemiyordum. Korku korku korku. İnsanın en büyük düşmanı. 


Böylece temeli çocuklukta atılmaya başlayan alter egomun dünyasını kurmaya başladım, hatta onun özelliklerini gerçek hayatta kendime de yansıtmaya çalışıyordum. Anksiyetemi yenmek istediğimde "Rain böyle korkmazdı" der kendimi gaza getirirdim. Savunma mekanizması mıdır yoksa olmak istediğim kişiyi benliğime çekerek gerçekleştirme çabası mıdır bilmiyorum ama her zaman "Rain Lecter" olmaya çalıştım. Yaşadığım hayatı ve dünyayı sevmiyordum, olmak istediğim kişi değildim.

Pek çok kez içimdeki ses bana deli ve hayal dünyasında yaşayan biri olduğumu söyledi ama vazgeçemedim. Bu parçamı bırakırsam ben, ben olmayacaktım ki. Hala da böyle düşünüyorum, "deli" kısmı hariç. Deli veya hayal dünyasında yaşayan biri olduğumu düşünmüyorum. Kendi elimde olmayan imkanlardan dolayı olamadığım kişi olmaya çalışmak, ve bir şekilde onu hayatıma sokmak delilik değil. 

İşte o yüzden artık bu döngüden çıkmak ve daha önce yapmadığım bir şeyi yapmak için sevdiğim her şey hakkında konuşmaya, paylaşmaya karar verdim. İçimdeki dünyanın çürümesine izin vermeyeceğim, siz de vermeyin. 

Kimse nerede ve nasıl doğacağını seçmedi, fakat bu etkilerin bizi sevdiğimiz şeylerden uzaklaştırmasına izin vermemeliyiz. Mısır mitolojisini mi seviyorsun? Anlat, konuş. Korkma. "Ama Seth'in Osiris'i kaç parçaya böldüğünü bilmiyorum!" Bilme! Ne olacak? Bugün sohbette "Bilmiyorum," der biraz sıkılırsın ama açıp bakıp öğrenirsin ve o eksiğini kapatmış olursun.

Tartışmaya girmekten, haksız çıkmaktan korkmayın. İçindeki hazineleri göstermeden ölmek mi istiyorsun? Ne zaman harekete geçeceksin? Ne zaman seni sen yapan parçalarını kucaklayacaksın? "Resim çizmeyi seviyorum ama X  veya Y gibi çizemiyorum." Çizme! Şimdi hemen bir Deviantart hesabı aç ve çizimlerini dünyayla paylaş. "Yazı yazmak büyük tutkum ama büyük edebiyat eserlerini okumadım ve yargılanmaktan korkuyorum." Okuma! Onlar da insan değil mi? Herkesin bir düşüncesi var. İlla ki 100 milyon kişi okudu beğendi diye sen de beğenecek değilsin. Yazmaya devam et. 

Her gün çiçek büyütür gibi yeteneklerini "sularsan" dünden daha iyi çizdiğini, dünden daha iyi mitoloji bildiğini, dünden daha iyi Rusça, Japonca veya her neyse konuştuğunu göreceksin.

Ama susarsan olmaz. Paylaşmazsan gelişmez. Bu yüzden ben de artık paylaşmaktan çekinmeyeceğim. 

Cesaretli ol ve o adımı at artık.


İşte Rain Lecter'ın dünyasından sizin için bir şarkı. Umarım size de bana verdiği gibi umut ve ilham verir. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere!

10 Ağustos 2023 Perşembe

İnceleme ♥ Dragon Age: Origins

 /!\ Dikkat Spoiler Çıkabilir /!\
Sevgili okur, yazımın sonunda oyunda kullandığım modları bulabilirsin. Hot girls don't gatekeep. ;)
Herkese selam! Dragon Age'e bulaşma faslım Inquisition ile başlamıştı. Önceki incelemelerimden birinde oyunları içindeki karakterler için almanın benim için anormal bir şey olmadığını söylemiştim, DA:I ile tanışmam da Cullen sayesinde olmuştu. Sonra aradan zaman geçti, araya başka oyunlar, okul vs. girdi ve DA:I'nin yavaş temposu beni biraz sıktı. İttire kaktıra giden Inquisition serüvenim karantina zamanında Assassin's Creed Origins ile tanışmamla beraber sona ermiş gözüküyordu. Gel zaman git zaman hazır oyundaki çoğu şeyi de unutmuşken baştan başlamaya karar verdim, fakat önce ilk iki oyunu bitirmem gerekiyordu.

İşte böylece DAO'ya bulaşmış oldum. Kendisi eski bir oyun olduğu için çok sıkıntılı. Eğer grafikleri mid-low aralığında ayarlamazsanız oyun sürekli crash yiyor. Grafikleri düşürdüğünüzde de güvende olduğunuzu sanmayın, rastgele olarak da kapanıveriyor. Bu yüzden sürekli quick save almak çok önemli.
Karakter kişiselleştirmeye verdiğim büyük önemden dolayı neredeyse hiçbir oyunu modsuz oynamam, oynayamam. Kendime benzetebilme şansım varsa mutlaka bunu yaparım, kendim protagonist olmayacaksam rpg oynamanın ne anlamı var? Siz de oyunları modlu oynayanlardansanız Nexus'u ziyaret edebilirsiniz. Yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz saç, makyaj, kıyafet ve hançerlerin hepsi mod.

Agalarla ben

Kısaca hikayesine değinmek gerekirse bu evrende de demonlar var. Veil, yani perdenin inceldiği yerlerden yırtık dondan çıkar gibi çıkıyorlar. Bir de bunların başı Archdemon var. Kendisi darkspawnlarla beraber Thedas'ı yerle bir ediyor. Oyunun afişinde gördüğünüz ejderha var ya, işte o Archdemon. Biz de kendi halimizde takılırken bir şekilde kendimizi büyük bir olayın içinde buluyoruz.

Archdemon

Oyunda üç race (insan, elf ve cüce) ile üç class var (rogue, warrior, mage). Seçtiğiniz class'a göre oyun size bir geçmiş hazırlıyor. Örneğin; insan rogue veya warrior seçerseniz her türlü noble oluyorsunuz. Diğerleri hakkında pek bir fikrim yok, dilerseniz Youtube'dan inceleyebilirsiniz. Genelde %90 mage olarak oynarım ama "hadi bu sefer rogue olayım değişiklik olsun" dedim. Seçtiğim race ve class'ta Ferelden'ın Cousland ailesinin üyesi olarak dünyaya gelmişim ve annem, babam, abim ile mutlu mesut yaşıyorum. 

"Cousland Family Portrait by raubkruemel on Deviantart"

Günlerden bir gün babamız bizi yanına çağırıyor ve kralın herkese Blight'a karşı ("yıkım" denebilecek bir çeşit kıyamet) savaşmak için emir yolladığını öğreniyoruz. Bundan sonrası çokomelli. Çok yetenekli savaşçılardan oluşan bir tarikat olan Grey Wardenlardan Duncan abimiz de kalede bulunuyor ve "Ben birini seçip götüreceğim aga, karışmam." diyor.

Şipşak bilgi - The Grey Wardens: Daha önceki Blight'ta savaşarak dünyayı kurtarmış, bir zamanlar Griffonlar'a binen efsane savaşçılardan oluşan bir tarikat.
"Eski Grey Wardenlar'ı hiç duymuş muydun? Wardenlar'ı savaşa taşıyan muazzam uçan binekler olan Griffonlar insanların hikayelerden hatırladığı tek şey gibi duruyor. Ne yazık ki hepsi Maker'a kavuştu. Derlerdi ki Wardenlar'ı beyaz Griffonlar'ının üzerinde seyretmek bitap düşen bir kalbi canlandırmaya ve yaşlı bir adamı dans ettirmeye yetermiş." 

Duncan

Babamızla abimiz savaşa gidecek, kale bize kalacak. Genel plan bu. Fakat akşamına babamızın arkadaşı sandığımız şerrrefsiz it Arl Howe gece kalemize baskın yapıyor. Aynı Menzoberranzan baskınları gibi, aah ah eski günler.
Hal böyle olunca kaleden kaçmamız icap ediyor ve anne-babamızı arkamızda bırakarak Duncan'la beraber Grey Warden olmaya gidiyoruz... Sonrası savaş, kan, ter, gözyaşı, belki aşk ve sonunda zafere vakıf olmak -ya da olmamak-. 

Oyunda sayısız companion var, içlerinden bazılarıyla aşk yaşayabiliyorsunuz, ben yanıma Alistair, Zevran, dönüşümlü olarak Sten, Morrigan ve Oghren'i almıştım. Romance olarak da Alistair'i seçtim ve sonunda ne yapıp edip sevdiceğimle evlenerek kraliçe olmayı başardım. (küçük bir bilgi, sadece human noble'lar kraliçe olabiliyor, elf ve bir de mage iseniz ancak hareme girebiliyorsunuz ,,yikes,,) Darısı Dragon Age 2'deki karakterlerimin başına. Bakalım orada neler yaşayacağız...

Bu da düğün modu, orijinal düğün sahnesini bilmiyorum bile lmao. (o yüzden spoiler sayılmaz!11!!)

Hikayesinin geri kalanını sizin keşfetmeniz için üstü kapalı anlattığıma göre şimdi şikayet zamanı yupi!

DAO'nun bir diğer sıkıntısı da binaların iç tasarımları ve fast travel olmaması. Öyle saçma mimari yapıda binalar var ki (mesela Circle of Magi) nereden nereye gidilecek, varış noktasına nasıl geçilecek bulana kadar insanı çıldırtıyor. Hele Deep Roads? Aman Allah'ım neredeyse oyunu yarıda bırakıp silecektim ben böyle rezil labirentimsi iğrenç bir yer görmemiştim. Geri dönsen dönemiyorsun da, dedim ya fast travel yok. Karakterlerin de hızı belli. Kan ter içinde kalmıştım çıkış yolunu bulana kadar.

Bak, buraları komple yürüyorsun bacım, sol taraftaki yolun sonu Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne çıkıyor aklında bulunsun, burdan kurtulunca lazım olur.

DA:I ve DAO gerçek zamanlı combata sahip. Muhtemelen DA 2 de öyledir. Fakat ben bu oyunu (hatta Inquisition'ı da) gerçek zamanlıya pek uygun bulmadım. Neden? E, çünkü hantal abicim. Ben kılıcı kaldırana kadar adam karnımı deşiyor. Saçma yani. Tamam istersen durdurup her karaktere ayrı görev verebiliyorsun "git sen bunu döv" diye ama kaç kişide yapacaksın onu? Yeri geliyor elli kişiye dalıyoruz. Kısacası, combat mekanizması bence çöp. Modlu ekipman indirip neredeyse tek atan hançerlerle bile savaşlarda sabrım taşıyordu öyle diyeyim. 

Image credit to Klasgame.com

Sabırsız bir insan evladı olarak (ve oyun eski olduğu için bir yerde tahammülümün daha az olacağını bildiğimden) oyunu en kolayda ve neredeyse tek atan iki adet "Angel Slayer" dagger ve "God Slayer" bow, +40 zırh veren "ring of immortality" gibi (hepsi Nexus'ta var) çeşitli kolaylaştırıcı modlarla oynadım. Evet bu çok iyi bir oyun, fakat biraz dürüst olmak lazım zamanını geçirince oynanış sıkıntılı oluyor. Bu oyun 2009'da çıktığında 9 yaşında bir çocuktum, o yıllar zaten oynama şansım yoktu haliyle. Çok sevdiğim NFSMW 2005 bile arada bayıyor, neden? Çünkü grafikler eski. 

Modlar bebeğim, modlar.

Peki oyunu tavsiye ediyor muyum? Kesinlikle. Dragon Age serisi rpg seven oyuncuların mutlaka oynaması gereken bir seri. Ben oldukça ucuza almıştım, indirimlerde şimdi ne kadara iner bilemiyorum ama makul bir fiyatta görürseniz alın oynayın derim.
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere sevgili okurlar, kılıcınız keskin olsun!

Ve o güzel insanlar Griffonlar'ına binip gittiler...

M O D L A R 
tüm modlar: https://www.nexusmods.com/dragonage

kullandıklarım
tüm bağlantılar yeni sekmede açılır

extra dog slot (human noble mabari dog): https://www.nexusmods.com/dragonage/mods/664
alistair's dark ritual (only if you romance alistair): https://www.nexusmods.com/dragonage/mods/3981
dahlialynn's alistair epilogues - royal wedding: https://www.nexusmods.com/dragonage/mods/1839
handsome alistair - zevran ver 2: https://www.nexusmods.com/dragonage/mods/676


Not: Morrigan sana bir çift lafım var. Yerin altına da girsen seni bulacağım kızım bekle sen mevzuyu biliyorsun...